Sabah kahvaltısı sonrasında
çıktığım eve akşamın alacakaranlığında döndüm. Dışarıda el ayak çekilmişti.
Herkes evlerine girmişti. Dışarıda başıboş köpeklerin havlama seslerinden başka
bir şey duyulmuyordu. Bir de kahvelerin olduğu meydan hareketliydi. Ara
sokaklarda tek bir gölge görmek bu saatlerde olanaksız olmasa da çok zordu.
Zira kasabalı günün yorgunluğunu atmak için evlerine çekilirdi.
Sokak lambalarının yanı sıra evlerin
pencerelerinden sızan ışıklar sokağı aydınlatıyordu. Evin önüne geldim. pencereden
dışarı sızan ışığın loşluğunda kapının zilini çaldım. Hızla yaklaşan ayak
seslerinden eşimin kapıyı açmak için koşar adım geldiğini işitiyordum. Yüzünde
buruk bir gülümsemeyle kapıyı açtı. Belli ki sabah çıkıp akşam karanlığında eve
gelmem kızdırmamışsa da üzmüştü onu ve çocukları.
Sesimizi işiten oğlum koşarak
yanıma geldi. Nerede kaldın bu saate kadar dercesine sorgulayan gözlerle yüzüme
baktı. Akşamları eve geç gelmem söz konusu olmazdı. Kimi arkadaşların
yaptıkları gibi akşamları kahvede kalmazdım. Erkenden eve gelirdim. Bunu
bildiklerinden gecikmemi yadırgamış daha doğrusu merak etmişlerdi.
-Tamam, dedim. Bir daha haber
vermeden bu kadar gecikmeyeceğim.
- İyi edersin,dedi eşim kapıyı
kapatırken.
- Neler yaptınız bakalım ben yokken
evde, diye oğlumu kucakladım.
- Ablamla oyun oynadık, diye atıldı
annesinden önce.
Kızım içeride televizyon izliyordu.
Beni görünce yerinden kalktı.
-Baba acıkmışsındır, diyerek
mutfağa gitti.
- Yok kızım fazla aç değilim.
Burhan'ın anasını ziyaret ettim bugün. Oğlu Recep evde yoktu. Bir süre onu
bekledik. Gelmeyince de Ana gelini Fadime'ye sofra hazırlattı. Hem yedik içtik,
hem de sohbet ettik. Dertleştik.
- İyi etmişsin, dedi eşim. Ben de
ne zamandır Ananın yanına gitmek istiyordum. Bir türlü fırsat bulup gidemedim.
İyi ki gitmişsin. Ana nasıl? Kadıncağız bu yaşta evlat acısıyla kahroluyor.
Allah kimseye evlat acısı vermesin.
- Eskisi gibi olmasa da gözleri her
an nemli Ananın, dedim. Kolay değil. Genç yaşta gözünden sakındığı evladını
kara toprağa verdi. Bir hiç uğruna gitti çocuk.
Divanın bir köşesine iliştim.
Yorulmuştum. Göz kapaklarım günün yorgunluğunu taşıyamıyordu artık.
- Siz neler yaptınız gün boyunca.
- Her günkü işler işte. Çocuklarla
uğraşıp durdum. Bekledik öğle üzeri sen gelmeyince yemek yedik. Çocuklar sen
olmayınca huzursuzlanıyorlar diye sitem etti tekrardan geciktiğim için. Ses
etmedim bu sefer.
- Yorgunum, dedim. Başımın altına
bir yastık koyarak divanın üzerine uzandım.
Uzandığım yerde düşünce yoğunluğu
bir türlü yakamı bırakmıyordu. Olan bitenler beni hem şaşırtmış hem de üzmüştü.
İnsanın insana yaptığı zulmü görmek insanlığımdan utanmama neden oluyordu. Ben
utanıyordum zulmü yapanlar adına lakin onlarda ne utanma ne de arlanma vardı.
Onların utanmasını beklemek beyhude bir çabaydı. Pişmanlıklarını görmek de. Bu
sorunun tek çaresi eğitimden geçiyordu. Sorunun kültürel, ekonomik, sosyal
boyutlarını da unutmamak gerekti.
Eğitimle bir başka insanın ve hatta canlının yaşam
hakkını yok etmenin yanlışlığı verilmeliydi. Kendi yaşamının kutsallığı kadar
diğerlerinin de yaşamının kutsallığını kabul etmeliydi insanlar. Zalimlikle ve
zulüm ile bir yere varılamayacağını öğrenmeliydiler. Toplumsal barışın ancak
başkalarının yaşam hakkına saygı duymakla sağlanabileceğini de.
Burhan
vurulmuş ama aile kan davası gütmemişti. Kan davası gideni geri getirmeyecekti.
Sülolardan Arık Hasan ile kardeşi Budak Mehmet'i Allaha havale etmişlerdi. Mahkemenin
vereceği kararın yapanların yaptıklarının yanlarına kar kalmaması yönünde
olmasını bekliyorlardı.
Adalete
olan güvenleri tamdı. Bu bağlamda az da olsa teselli buluyorlardı. Burhanı
vuranların hak ettikleri cezaya çarptırılmaları Ananın gözlerinden akan yaşları
az da olsa dindirecekti. Anayı, Recebi, Burhanın babasını dinlerken edindiğim
izlenim buydu. Adalet diyorlardı. Adalet yerini bulmalı, genç ve suçsuz
oğlumuzu katledenler cezalarını çekmeliler. Aksi halde adalete olan güvenimiz
sarsılır.
Haksızlıklara
ve hukuksuzluklara karşı mücadele etmek gerektiğini anlatmışlardı. Oğullarının
yaşamına keyfi bir şekilde son verenlere
karşı direnmek lazım geldiğini söylemişlerdi. Yaşamak için buna mecburuz. Çünkü
yaşamak haksızlıklara karşı direnmektir. Kötülüklere, hayınlıklara,
sahtekârlıklara karşı kararlı olmalıyız. Burhan'ın mezarında huzurluca yatması
zalimlerin yaptıklarının cezasını çekmesiyle mümkün olacaktır diye de
eklemişlerdi.
Bu
duyguların ağırlığında ancak bir iki saat uyuyabildim. Eşim üzerime battaniye
örtmüştü. Bunaltıcı havada bu beni iyice bunaltmış, terletmişti. Yaşananların
bıraktığı acıyı ve ruh sıkıntısını yeniden duydum. Acının insan belleğinde ve
ruhunda bıraktığı tahribatı düşündüm. Aklıma geçmişte görev yaptığım okullarda
yaşadığım ve şahit olduğum acınası durumlar geldi.
Eğitim
yuvalarında hoşgörü ortamının sağlayacağı huzur içinde verilecek eğitimin ne
denli önemli olduğunu daima vurgulamıştım. Ne yazık ki bunu anlayan,
anlayabilecek olan eğitimci sayısının yeterli olmadığının bilincindeydim.
Mantığım
sanki boğazımı sıkan bir el gibi beni düşünceden düşünceye sürüklüyordu.
Gün
doğdu doğacaktı. Susamıştım, içim yanıyordu. Mutfağa gidip bir bardak su aldım.
Biraz soluk almak ve serin havayı ciğerlerime çekmek için pencereyi açtım. Dışarıda
şamatacı kuşların tiz çığlıkları duyuluyordu. Gökyüzü mavi bir halıyı
andırıyordu. Bir tek bulut yoktu. Kavurucu bir gün bizi bekliyordu. Çınar
ağaçlarının gölgesine sığınacak; kahvedeki boş masalardan birini mesken
tutacaktık.
Eşim
ve çocuklarım uyuyorlardı. Ayaklarımın ucuna basarak yanlarına yaklaştım. Uzun
uzun yüzlerine baktım. Huzurlu oldukları her hallerinden belliydi. Her zorluğa
göğüs germiş, sıkıntıları onlara yansıtmamıştım.
Köylerde ve kasabalarda erkek egemen anlayışta
kadınların hanesine yazılacak bir iyileşme yoktu. Kadınlar hem tarlada, bağda,
bostanda hem de evde çalışırlardı. Evin ağır yükü onların omuzlarındaydı. Bu
dün de böyleydi bugün de böyle. Bu bağlamda eşimin omuzlarına yükün ağırlığını
vermemiştim. O bu bakımdan şanslıydı.
Bir evde kadın olmazsa o evde
yaşanır mı? Yaşanırsa kadının varlığı ile hayat bulan ev işleri yerli yerince
olur mu? Kadının varlığı insana güç katmalı. Dayanışma içerisinde bulunmalı
insan eşiyle. Zorlukların üstesinden ancak böyle gelinir.
Odanın içerisinde ileri geri
yürümeye başladım. Lavaboya gittim. Elimi yüzümü bol suyla yıkadım. Lavaboda
bulunan aynaya şöyle bir göz attım. Sakallarım uzamaya başlamıştı. Dolabın sağ
üst çekmecesinde traş bıçağını aldım. Sakalsız daha bir rahattım artık. Mutfak
balkonunun arka bahçeye bakıyordu. Bahçede çam ağaçlarının yanı sıra kiraz,
ceviz, elma ağaçları da vardı. Bahçenin uzak köşesinde yeni diktiğim çam
fidanlarına baktım. Sabahın serinliğinde canlı duruşları yüzümü güldürdü.
Kahvaltı sonrası dışarı çıktım. Okulda
yapılacak işleri yapmak, cevap verilecek yazıları cevaplamak için okula gittim.
Hizmetli arkadaşlar gelmişlerdi. Yaz olduğu için okul tatile girmiş,
öğrenciler ve öğretmenler yaz
tatilindeydiler. Yıllık iznini sırayla kullanan hizmetli arkadaşlar ve ben
okuldaydım. Okulun iki hizmetlisi vardı. Okul binaları geniş bir alana
dağılmış, birbirinden ayrı binalar halindeydi. İlkokul ve ortaokul kısımları
ayrı binalarda eğitim görüyordu. Bu nedenle de iki hizmetli vardı. Hizmetlinin
biri kasabanın yerlisiydi. İlçede lisede görev yaparken okulumuza naklini istemişti.
Diğeri de yıllarca kasabanın okulunda görev yapmıştı ve kasabaya fazla uzak
olmayan bir köydeydi o da. Bu nedenle ikisi de görev yerinden memnundular. Hem
okulda ki görevlerini yapıyorlardı aksatmadan hem de tarlalarında, bağ ve
bostanlarında ki işlerini görüyorlardı hafta sonları.
Tebrikler:) Neden mi? Kahvehane, lokal ya da bilmem ne odası gibi mekanlarda zaman öldüren insanlardan nefret ederim, hem kendilerini hem de zamanlarını boşa tüketiyorlar.
YanıtlaSilKahve kültürü o kültürü yaşatanlar için vardır. Kahve kültürü pişpirik oynamak değildir.
YanıtlaSilLakin, bizde kahve deyince zaten pişpirik kağıtları akla geliyor.
Siz de haklısınız yorumunuzda.
Kahvelerde boşa zaman harcamamak lazım.
Teşekkürler yorum için Sağlık ve mutluluk dileklerimle saygılar sunuyorum.