Bozkırın
ortasında karlı bir günün akşamında gözlerini açmıştı Sinan. Dışarıda esen sert
rüzgârın uğultusunda anasının çığlıkları kaybolup gitmişti. Kan ter içinde
çektiği acıları bir anda unutan anasının kucağına sarılıp sarmalanıp
verildiğinde.
Ailesi
yoksuldu. Sinan da yoksulluk içinde büyüdü. İkisi kız dördü erkek altı
kardeştiler.
Çocukluğunda
ne çok acı yaşadı, bir çocuğun yaşamaması gereken. Çocukluğunu yaşayamadan, acıyı
da hissetti, sevinci de, kimsesizliği de, çaresizliği de yokluğu da. Çocukluk
hayallerini yaşayamadan, etrafında olup bitenlere bir anlam vermeye çalışarak
büyüdü. Büyürken hayatı korka korka yaşadı. Her şey tarif edemeyeceği kadar
karanlıktı. Çocuklarının ruhunun, kalbinin, yaşadıkları hayatın yıkıntılar
altında kalmaması için çaba gösteren ana ve babasının akıl almaz mücadelesine
şahit oldu. O yıkıntılar arasında insanların yüzlerini en çıplak haliyle
göreceğimiz can pazarı da vardı yaşam mücadelesi de. Kimi zaman gördüklerini bir
daha unutmamak üzere belleğine kazıdı, kimi zaman gördüklerini sildi attı. Silip
atamadığı tek şey belirsizlikti. İçinde hep bir kırılganlıkla, masumiyetle
etrafında olan bitenleri izledi. Hep bir gelgitler ve garip bir keder içinde
buldu kendini.
Sinan,
çocukluğunu yoksulluk içinde; ama alın terinin, el emeği göz nurunun olduğu
ortamda geçirdi. Ana ve babasının engin bir hoşgörüsü vardı. Aylar ve günler
nasıl geçti çoğu kez farkında bile olmadı o engin hoşgörü ortamında. Yine de
içinden atamadığı bir kırılganlık onu hiç bırakmadı.
Sinan
çalışkan ve hırslıydı. Yoksulluktan kurtulmanın çaresinin okuyup bir meslek
sahibi olmaktan geçtiğini düşündü sonraları. Köyde ekip biçecekleri bir kaç
dönümlük çorak araziyle bir kaç koyundan başka bir şeyleri yoktu.
"Okuyup bir meslek sahibi
olacağım. Bu sıkıntılı hayattan kurtulacağım" düşüncesi küçük
yaşta şekillenmeye başladı Sinan'ın belleğinde. Daha sonraları yaşadıklarından öğrenecekti,
okuyup bir meslek sahibi olunsa da çekilen sıkıntının, çilenin bitmeyeceğini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder