Sesler
yavaş yavaş kesilip etraf sessizliğe bürününce Sinan'da yorgun gözlerini kapatıp
zihnini meşgul eden düşüncelerle baş başa kaldı. Alışık olmadığı uzun bir
yolculuğa çıkmıştı. Yolculuk bitmeden bedeni yorgun düşmüş, ayakları
hareketsizlikten uyuşmaya başlamıştı. Bir süre öylece hareketsiz kaldı.
Sonra gözlerini usulca açıp otobüsün farları ile aydınlanan akıp giden yol
çizgilerine baktı. Tıpkı insan ömrünün akıp gitmesi gibi diye düşündü.
Uzaklarda
kalmış bir fotoğraf karesine bakar gibi aklındaki anılara, lise yıllarında
yaşadığı duygulara, elinden sabun köpüğü
gibi kayıp giden sevdiğine,
yaşadıklarına, geçip gidenlere, yarım kalanlara, zamanın geçmişi yıkıp kuş misali uçup gitmesine takıldı bir süre.
Yıllar
öncesinin gençlik hayallerini düşündü. Güler yüzlü, çok sevimli bir kızdı
Aslı. Babası öğretmendi. Hem okulda öğrencilere hem de çocuklarına karşı
otoriter bir yaklaşımı vardı. Yüzü pek gülmezdi. Teneffüslerde elinde ince uzun
sopası ile koridorlarda ve bahçedeydi her zaman. Aslı böyle bir öğretmenin
kızıydı. Her zaman içine kapanık, gözleri buğuluydu. Kader onları aynı okulda
ve aynı sınıfta buluşturmuştu. Zaman geçtikçe birbirlerine karşı içlerinde bir
şeyler hareketlenmeye, yürekleri gün geçtikçe yanmaya, birbirlerini her
gördüklerinde dudakları titremeye başlamıştı. O yıllar bitmesini istemedikleri
çocukça bir rüyaydı Aslı ile Sinan'ın sevgisi. Gecelerin hiç olmamasını, pas
tutan düşüncelere ışık, kör karanlığa aydınlık olmasını istercesine narin ellerini birbirinden ayırmaya korkarak
düşlemişlerdi geleceği.
Sinan'ın
yıllar geçmesine rağmen unutamadığı bir gündü o gün. Okulun arka tarafında
bulunan ağaçlıkta gölgenin serinliğinde, gözlerini rüzgarın hafifçe
hışırdattığı ağaç dallarından ayırmadan, yaklaşmakta olan ayak seslerini
umursamadan sırtüstü uzanmıştı. Ayak sesleri sessizce yaklaştı, gölgesi ağaç
dalları arasında belirdi. Sinan başını çevirip baktı, oydu gelen, sevdiği ve
her an aklından çıkaramadığıydı. Gelmişti sonunda işte yanındaydı.
Aslı'nın gözlerindeki
parıltı her daim Sinan'ı rahatlatmıştı. Yine o parıltı vardı gülümseyen
gözlerinde.
Aslı, "bil bakalım dedi dün gece ne
yaptım?"
Sinan, "bilmem" dedi "kitap mı okudun?"
"Evet" dedi Aslı, "yalnız
okuduğum bir roman ve ya hikaye değildi en güzel Hasan Hüseyin Korkmazgil
şiirleriydi."
"Ne güzel bir seçim yapmışsın." diye güler yüzle cevap verdi Sinan.
"Bende severim Korkmazgil
şiirlerini. Hem kendi toprağımızın yetiştirdiği bir şairdir o."
"Doğru dersin. Hele o eşine yazdığı şiirler yok
mu insanı alıp götürüyor başka dünyalara."
Haklıydı.
Şair hiç tanımadan, yüzünü görmeden aşık olduğu sevdiğine ne de güzel şiirler
yazmıştı. Hasret kokan, aşk ve sevgi kokan.
"Sen ne yaptın anlatsana" diye Sinan'ın gözlerine baktı
Aslı.
Nasıl
anlatabilirdi ki dün gece nerde olduğunu ne yaptığını. Akşamın
alacakaranlığında evden çıkışını. Ayaklarının onu serseri mayınlar gibi
sürükleyişini. Evlerinin ışık sızan penceresinin altına gelip saatlerce, çıt
çıkarmadan ışık sönene kadar elleri koynunda çıt çıkartmadan kuytuda
bekleyişini. Nasıl anlatabilirdi ki.
Aslı sesini
çıkarmadan bekledi ki konuşsun. Duruşu, yürüyüşü, davranışları o kadar güzel ve
etkileyiciydi ki. Yanı başında anlat diye ısrarlı bakışları.
Dayanamadı Sinan,
ne yaptığını, nerede olduğunu anlattı ona. Anlattıkça Aslı'nın yüzü kızarmaya,
gözleri nemlenmeye başlamıştı.
"Ne olacak bu halimiz söylesene ne yapacağız
"
"Bilmem" dedi Sinan, bakışlarını uzaklara çevirerek "bilmem."
Gerçektende
ne olacağını bilmiyordu. Sadece ona olan tutkusunun vazgeçilmezliğini biliyordu.
Aslı'nın
babası öğretmendi.Sinan'ın babası ise kol gücü ile tarlasında, hayvanlarının
peşinde dağda taşta rızkını çıkarmaya çalışan yoksul biri.
Bu durumda kavuşmaları
olası mıydı gerçekten bilmiyordu.
Bilmek
istemiyordu.
Çünkü
Aslı'nın babası oldukça sertti.
Acımasızdı.
Ne yapacağını, nasıl karar vereceğini kestirmek güçtü. Hatta imkansızdı.
Sabah okula
geç kalan öğrencileri okulun giriş kapısında elinde sopa ile beklerdi,
gelenlere ceza verirdi.
Bu durum Sinan'ı
korkutuyordu. Bunu Aslı'ya söylemesi hem imkansız hem de doğru değildi.
"Bilmem" deyip sustu.
"Biliyor musun" dedi Aslı, "şiirleri okurken hep seni düşündüm, geleceğimizi." Aslı
o kadar zarif, o kadar güzel ve o kadar içten konuşuyordu ki görenler onun
mutlu olduğunu sanırdı. Ne büyük yanılgıydı... Aslı da acı çekiyordu, çektiği
acıyı yüzüne yansıtmıyordu. Çünkü o gerçekten özel bir insandı. Sinan onu
sevdiğine pişman değildi. Pişman olmayacağını da biliyordu. Hüzünlü gözlerinin
detaylarını bilmese de Aslı onun için özel bir insandı.
Sinan da dün
gece evlerinin penceresinden dışarıya sızan loş ışığın aydınlattığı perdenin
arkasında bir kez dahi olsa onun gölgesini görmek için saatlerce beklediğini,
onu düşündüğünü tekrar etti. Aslı'nın yanakları elma kırmızısına döndü.
Gözlerini kaçırdı.
Sinan uzandığı
yerden doğruldu. Sanki sırtında tonlarca yük taşıyor gibiydi. Heyecanlanmıştı. Tüm
vücudu sıtma olmuşçasına zangır zangır titriyordu.
Terleyen
alnını mendiliyle sildi. Her zamankinden daha canlı, daha neşeli olmaya özen
göstermeye çalışarak Aslı'nın ellerini avuçlarının içine alıp hüzünlü gözlerine
baktı. Ararlarında yaşanan ve çok kısa süren bu sımsıcak duygusal etkileşimden
sonra, bu sefer Aslı boşta kalan elini Sinan'ın elinin üzerine koydu. Sinan, o
an zihnine gelip yerleşen kaygıyı bir tarafa bırakıp gülerek;
"Ben aylardır farklı yaşamayı unuttum. Derslerde
sen, teneffüste sen, evde sen, çarşıda sen, ayazda üşürken, yağmurda ıslanırken sen. Her
nereye dönsem, ne yapsam düşüncemde, gözlerimin önünde sen. Kolay mı bu
sanırsın. Okul bittiğinde ne yapacağımı bende bilmiyorum. Okulda seni her gün
görüyorum. Kokunu içime çekiyorum. İnan bana okul bitince ne
yapacağım bilmiyorum."
Aslı'nın elma
kırmızısı yüzü hafifçe sarardı. Sıkıntılı, zorlukla anlaşılabilen titrek ve
heyecanlı bir ses tonu ile "ben
farklı mıyım ki" dedi.
Sinan'ın
bedeninde yıpratıcı bir etki, iç dünyasında sarsıntı yaratan "ben farklı mıyım ki" sözleri
derin bir "ah" çekmesine
neden oldu.
Yüzünde
endişe, sıkıntı ve keder ifadesi belirdi. O ifadede açık seçik bir kaygının
izleri hissediliyordu. Zihninden geçenler serseri bir mayın gibiydi. Yüreğinde
bir kavga vardı. Bütün yüzünü, gözlerini acı bir gülümseme kaplamıştı. Gözlerinde
başlayan titreme dayanılması zor bir hal almış, tüm hücrelerine kısa zamanda
yayılmıştı. Sert esen rüzgârın ritmine boyun eğen gri bulutlar gibi bulunduğu
yerden uzaklaşmak istiyordu. Kederi de,
acıyı da olanca ağırlığıyla duyumsadı yüreğinde. O keder ki, o acı ki ona
ağırlık yapıyor, acı veriyor, üşütüyor, yüreğini burkuyordu. Bir süre Aslı'nın
ellerini sıkıca tuttu. Bırakınca bir daha tutamayacakmış, ellerinin arasından
kayıp gidecekmiş gibi kuvvetle sıkıyordu.
Aslı'nın gözlerinden
yansıyan hüzünlü bakış, gelecek konusundaki umutsuzluk, çaresizlik ve kararsızlık
karşısında ne diyebilirdi ki. Ne onun ailesinden destek olabilirdi ne de Sinan'ın
ailesinde bir atılım. Hiçbir şey istenildiği gibi olmuyordu. Bir yandan yoksul
bir aile, diğer yandan baskıcı bir baba ve çocukları. Bir yandan küflenmiş düşünceler,
diğer yandan geleceğe dair umut dolu bakışlar. Yaşamın gizem dolu labirentleri içinde
bocalayan bir çift yürek.
Sinan
Aslı'nın elini bırakmadı uzun bir süre. Yüreği kor gibi yanıyordu. Sinan Aslı
ile ne konuşacağını bilmiyordu. Aslı'da Sinanla aynı hisleri paylaşıyor
olmalıydı ki onun da sesi çıkmıyordu.
Aslı ve
Sinan ağaçların gözlerden uzak köşesine doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Bu
öyle sessiz bir yürüyüştü ki her ikisi de o uzak köşede bir daha geriye
dönmemek üzere kalmak istiyordu. Birbirlerine söylemeselerde, her ikisinde de
ortak bir duyguydu bu.
Sinan
aklından geçen onlarca düşünceyi bir anlığına bırakıp göz ucuyla Aslı'ya baktı.
Onun ve kendisinin yaşadığı bu azap dolu anların etkisiyle ağaçların arasında
attığı adımlar halsizleşiyordu.
Aslı'nın da
Sinan'ın da gözleri kızarmış, ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı.
Sinan Aslı'ya sıkıca sarıldı. Bir daha ayrılmamacasına öyle kalmak istiyordu.
Fakat kader ağlarını bir kez örmüştü. Umutsuz ve çaresizdiler.
Aslı
Sinan'a dönüp, "bir şey söylemeyecek
misin?" diye sordu.
Sinan
hissettiği hiç bir şeyi Aslı'dan gizlemeye niyeti yoktu.
"Ne söyleyebilirim ki Aslı. Hayat acımasız,
insanlar ön yargılı. Bizler ise o hayat içinde kayıp giden iki yıldız gibiyiz. Günlerdir
içinden bir türlü çıkamadığım derin düşünceler artık beni bunaltıyor. Her gece
sokaklarda geç saatlere kadar yürüyor, evinizin penceresinde son ışık da sönene
kadar bekliyorum. O bekleyişlerde, gecenin ayazında ailemin kim olduğunu
sorguladım. Senin ailenin de kim olduğunu sorguladım. İçinde bulunduğumuz
durumu düşündüm. Ve aramızda bulunan aileler arası derin uçurum nedeniyle hiç
bir zaman gerçek yanıtı bulamadım. Gerçek olan şu ki benim ailem kırsalda beden
gücüyle ekmeğini taştan çıkarmaya çalışan bir aile. Senin baban okulumuzda
görev yapan bir öğretmen. Beden gücüyle ekmeğini kazanmanın ne olduğunun
pratikte farkında değil. Senin ailenin yaşantısı ile benim ailemin yaşantısı
arasında dağlar kadar uçurum var.
Ben yoksulluğun, çaresizliğin içinde büyüdüm. Sen ise
belki de bu anlamda yoksulluğun ne olduğunu yaşamadan büyüdün. Biz birbirimizi
seven iki insanız. Ama baban bizim bir
araya gelmemizi asla kabul etmez. Bunu sende biliyorsun."
Aslı bu
sözler üzerine başını öne eğdi. Sinan haklıydı. Babası ve çevresi buna asla
razı olmazlardı. Babası razı olacak olsa bile, dar kalıplar içinde yetişmiş
olan amcaları sorun çıkarırdı. Aslı çaresizdi. Umuda dair söyleyecek tek bir
sözü yoktu.
Sinan
Aslı'nın gözlerinin içine baktı. Aslı'nın gözlerinin de, kendisi kadar çaresiz
ve yalnız olduğunu hissetti. O gözlerde bir ağırlık, bir umutsuzluk gizliydi.
"Haklısın Sinan, ne diyebilirim ki. Bizim
gelecekteki hayatımız ne yazık ki birilerinin vereceği, kendilerince doğru
olduğunu düşündükleri kararla şekillenecek. Bu çok acı verici bir durum."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder