2 Ağustos 2025 Cumartesi

O DERECE BAĞNAZDIRLAR

Bir yandan cehaletle, bir yandan yoksullukla, bir yandan da işgalci güçlerle mücadele edip vatan topraklarını işgalden kurtaran, insan onuruna, yaşamına en uygun rejim olan cumhuriyeti ilan eden, diğer yandan Osmanlı'dan kalma düyun-u umumiye borçlarını öderken memleketin dört bir yanında fabrikalar açılmasını sağlayan, kadın erkek eşitliğini, kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren, ve dahi yüzlerce benzeri çalışması olan Mustafa Kemal Atatürk'e saygısızlık edenlerle bizlerin yolu asla kesişmez.
Ve deyim yerindeyse eğer,
İdeolojik saplantısı olanlar o derece bağnazdır ki kendileri gibi düşünmeyenleri anında ötelerler. “Bilgi sahibi” olmadan “fikir sahibi” olmaya çalışırlar, gerçekleri görüp yorumlamakta zorluk çekerler. Bunların toplumu yönlendirmeye çalışmalarına tanık olmak insanın içini sızlatır.

 

BU DÜNYANIN YABANCISIYIM


 Hayat kolay değildir.

Vurduğu darbeler yetmiyormuş gibi,
Yıkıcı bir darbe daha vurmak için
üstüne üstüne gelir.
Karşına her an bir zorluk,
bir engel çıkar.
Geleceğe dair umudun kalmaz bazen.
Her zorluğa göğüs germek zorunda kalırsın.
Ustanın dediği gibi
"İşin kolayına kaçmadan"
yol haritasını belirleyip
mücadele etmek gerekir.
Öğretmenlik mesleğine başladığım ilk günden bu yana,
hem öğrencilerime
hem de çevremdeki insanlara
hayatın gerçeklerini dilim döndüğünce
anlatmaya çalıştım.
Anlamayana,
doğru olanı anlatmak
kolay değildir
insanı yorar,
yıpratır,
öyle bir an gelir ki
sağlığını kaybedersin.
Ve gün geldi kaybettim de...
Bu bir hata ise eğer,
evet kabulümdür.
O zaman benim hatam
bu mecrada boş zaman kaybı oldu
der geçerim.
Kimilerine göre bu bir hata da olsa,
zirvede aman vermeyen fırtına gibi,
akan yazıların insanları oyaladığı
ortamda doğru
bildiklerimi söylediğime inanıyorum.
Lakin,
ifade özgürlüğü ile
işkembeden sallamak arasında
farkın olmadığını anladığım
bu dünyanın
yabancısıyım.
Evet ben eskide kaldım.
Memnunum.

25 Temmuz 2025 Cuma

YARGILAMA BENİ


Bilgiye ve aklın övünçlü ifadelerine karşı minnetle ve saygıyla dolu olan uygar insan,

Bana neden kızdın deme seni bu raddeye ne getirdi diye sor.
Düşüncenin ve bilginin geleceğe umutla bakmak için önemli bir araç olduğunu bilmelisin.
Asla takılmayacağım şeylere şimdi dönüp dönüp bakıyorsam bana içinde ne birikti diye sor.
Ve tüm dünyada yaşananlar karşısında olan biteni,
anlatmaya çalışırken sesim yükseliyorsa kaç kere sustun diye sor,
yargılama beni.
Ben kendimce, kimseyi ötelemeden
Doğru bildiklerimi her daim yazdım, söyledim.
Yazmaya da devam edeceğim.
Ve şunu unutmamak lazım,
Düşüncelerini ifade etmek, geleceğe umutla bağlanmak insanın özgürlüğüdür.

BİLİRMİSİNİZ SİZ HİÇ



 

Yağmurun inadını bilir misiniz siz hiç,
Yağmayacağım diyen!
Kanatları yorgun günün sonunda,
Kurumuş dala konan garip serçeyi…
Gecekondunun balçıkla sıvanmış
Kapı eşiğinde
Kuru bir somun parçasını kemiren,
Mendil satan çocukları…
Kınalı parmakların,
Çağdaşlığı ve özgürlüğü
Rüzgârın kanatlarına bırakıp
Cehaletin pençesinde kıvranmasını...
Bilir misiniz siz hiç,
Tanyeri ağarırken soğuk ve rüzgârla,
Buz kesen sokaklarda
Göz kapakları ağırlaşmış
Ve yorgun
Belki de günlerdir aç,
Dağarcığında küflenmiş bir ekmeği çıkaran,
Yaşlı bir ihtiyarı…
Bilir misiniz siz hiç,
Ürkek kanatların sarmaladığı,
Prangalarından kopmuş
Esir bedenlerin
Töre baskısıyla sevmediği,
Birisiyle evlendirilmesini
Ve
Çığlık çığlığa kurtuluşu aramasını
Bir an tereddüt etmeden
Beton zeminde…
Bilir misiniz siz hiç,
Acımasızlığın ortasında
Eşarbının altına gizlenmiş,
Saçlarını dağıtırken
Soğuk bir rüzgâr
Yanaklarından süzülen yaşların
bedeninde
Küçük buz tanelerine dönüşmesini.
Bir genç kızın
Son voltasını atmasını
Sararmış yapraklara inat,
Ölümün gölgesinde.
Hüseyin Güzel / 28.02.2011 ANKARA

22 Temmuz 2025 Salı

KAVURUCU SICAĞINETKİSİ


Kavurucu sıcağın etkisi gün boyu devam ediyor.

İnsan serinleyecek suya hasret.

Parklarda ağaç gölgelerine sığınıyor insanlar. Akşam serinliği düşene kadar çocuklar bile sokaklarda yok artık.
Bomboş sokaklar.
Kuşlar bile kanat çırpmıyor akşam alacası düşene kadar.
Kentler...
Kentlerin varoşları...
Cam ve çelik yığını gökdelenler...
Varoşlar gölgeye sığınmış akşam saatlerini bekliyor. Kimileri ise soğutucuların serinlettiği merkezlerde eğlenmesine devam ediyor.
Yaşam bir şeklide sürüyor.
Güneş bile yoksulu sıcaktan bunaltıyor...
Diğer yandan...
Dönemler ve koşullar kendi insanını yaratır...
Şu son günlerde, aylarda, yıllarda da bu böyle olmuştur.
Yaşananlardan ben şunu anladım artık.
Bugüne kadar acıyıp üzülerek baktığım insanlara karşı duygusuz olmayı.
Yufka yürekli olmamayı.
Kimse ile ilgilenip kendimi üzmemeyi.
Bu devirde çıkarcı insanlar türedi. Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz olmuş. Diğerinden ekonomik anlamda daha fazla nasıl faydalanırım düşüncesi hakim.

HER İNSAN AYRI BİR EVRENDİR


 Yeryüzünde yaşam alanı bulan canlılar arasında en hassas olanı insanoğludur.

İnsanoğlu yerine göre ne kadar aciz, ne kadar çaresiz, ne kadar muhtaçtır.
Yerine göre ise anlaşılması güç biri olarak karşımıza çıkar.
Aslında her insan ayrı bir evrendir.
Her insanın huyu, alışkanlıkları, becerileri, davranışları, kararları, istekleri ve seçimleri kendine özgüdür.
Bu özelliklerin oluşmasında kuşkusuz ailenin, yaşadığı çevrenin, arkadaş gurubunun ve aldığı eğitimin payı vardır.
Yani biri diğerine benzemez.
İçgüdüleri ağır basar ve herkesin içgüdüsü, çevreyi, çevrede olan bitenleri algılaması farklıdır.
Lakin içgüdülerimizi doğru olana yönlendirmemiz, bencilliklerimize ket vurmamız, insanca özlemlere, eylemlere dönüştürmemiz gerekir.

20 Temmuz 2025 Pazar

MUSTAFA ARTIK KONUŞAMIYORDU


 Mustafa, karlı bir kış günü iki bacağı üzerinde koşarak ayrıldığı köyüne, dokuz yıl sonra güneşli bir bahar sabahı tek bacağı üzerinde girdi...

İki kolunda koltuk değnekleri, üzerinde Cafer Kumandanın hediye ettiği üniforma…
İçinde, derinlerinde, her geçen gün büyüttüğü bir özlem, ana şefkati, yar koynu, evlat kokusu...
Eksikte olsa dönmeyi başarabilen az sayıda vatan evladından biriydi Mustafa...
Dokuz koca yıl boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını kan ve barut kokan topraklara gömdü...
Acılarını, yüreğindeki derin kör kuyuların içine sakladı...
Köyün taşlı yollarından geçip çeşme başına yaklaştıkça, ne eksik bacağını hisseder oldu, ne de dokuz yılın hediyesi tüberkülozun genzinde hissettirdiği kanın tadını...
Tek bacağı üzerinde ilerledikçe, vuslatın sıcaklığını hissetmeye başladı...
Mustafa çeşme başına oturup biraz soluklandı, kana kana su içti...
Az sonra, yanında merkebiyle köy eşrafından eski imam Halil Emmi yaklaştı...
Üniformalı birini görmek heyecanlandırdı Halil Emmi'yi...
Giden kolay kolay gelmezdi geri bu topraklarda. Uzunca bir süre Mustafa’nın gözlerine baktı… Yüzünü, saçlarını okşadı...
Dudakları belli belirsiz titremeye, gözleri dolu dolu nemlenmeye başladı...
Hırıltılı bir ses tonuyla ağzından tek bir kelime çıktı dışarı...
Sanki dokuz yıldır mahpustu ağzında, ‘’Mustafa’m’’
Sarıldılar doyasıya…
Hıçkırarak ağlayan Mustafa şaşırdı haline, ‘’demek hala dökecek gözyaşım kalmış’’ diye geçirdi içinden...
Halil Emmi, bir şey söylemeden kolundan tutup biraz ilerideki evine götürdü Mustafa’yı...
Avlunun tahta kapısından içeri girip, tahta bir sandalyeye oturttu...
Halil Emminin ağlaması hala son bulmamıştı...
Kendini biraz toparlayıp beyaz mendiliyle gözlerini sildi...
Hafif bir tebessümle, "Hoş geldin Mustafa’m",.. Nasılsın, diyebildi....
Mustafa, sessiz bir şekilde, ‘’şükür’’’ dercesine sağ elini kaldırıp iki göğsünün ortasına koydu...
Yorgun gözleriyle Halil Emmi'nin gözlerine baktı...
Heybesinden bir zarf çıkarıp Halil Emmi'ye uzattı...
Köydeki okuma yazma bilen birkaç kişiden biri olan Halil Emmi zarfı açtı, okumaya başladı...
Cafer Kumandanın imzasıyla biten mektup, Mustafa’nın Tüberküloz olduğunu, Çanakkale’de bir bacağını kaybettiğini ve artık konuşamadığını bildiriyordu...
Yetmiş yaşındaki Halil Emmi nice savaşlar görmüş, açlık çekmiş, tarifsiz acılar yaşamış biriydi fakat biraz sonra Mustafa’ya anlatacaklarının acısı her şeyin üzerine taht kurup oturacaktı...
Mustafa’m…
Yiğidim...
Anlıyorum hissettiklerini, heyecanını...
Yıllar önce ben de köyüme dönüp aileme kavuştuğumda, gayri ölüm de gelse hoş gelsin derdim...
Siz köyden ayrıldıktan üç yıl sonra annen vefat etti...
Karın Zehra bebeğiyle ortada kaldı...
Sizden bir haber alınamayınca öldünüz sandık...
Ne bir mektup geldi, ne bir haber, ne de gidip de geri dönen biri...
Ortada kalan muhtaç kadınlar harbe giden erkeklerin yakınlarıyla evlendirildi...
Zehra’da küçük kardeşin Hasan ile evlendi...
Senin oğlun Ali’de Hasan’ı babası biliyor...
Ama artık Ali demiyorlar, Mustafa diye değiştirdiler adını...
Halil Emmi yutkuna yutkuna, hıçkıra hıçkıra olan biteni anlatmaya devam etti...
Mustafa duydukları karşısında önce tepkisiz kaldı...
Göz damarlarının kızardığı fark ediliyordu...
Artık daha acısını yaşamam dediği her olaydan sonra daha katmerlisini yaşamıştı dokuz yıl boyunca...
Ayağa kalktı…
Koltuk değneklerine tutunup kapıya yöneldi. ‘’Nereye oğul’’ diye seslendi Halil Emmi...
Mustafa mektubu uzatıp parmağıyla bir yeri işaret etti...
Parmak ucunun gösterdiği yerde ‘’Kolağası Cafer’’ yazıyordu...
Halil Emmi anladı Mustafa’yı…
Geldiği yere geri dönecekti...
O gün Halil Emmi Mustafa’yı bırakmadı...
Geceyi beraber geçirdiler...
Gece geç saatlere kadar Cafer Kumandana bir mektup yazdı Halil Emmi...
Tüm olan biteni uzunca anlattı...
Sabahın ilk ışıklarıyla yine hıçkıra hıçkıra yolcu etti Mustafa’yı...
Heybesine biraz para, biraz azık koydu...
Mustafa’yı Halil Emmi’den başka köyde gören olmadı...
Mustafa, bazen yaya, bazen katır üstünde sekiz günlük zorlu bir yolculuğun sonunda Cafer Kumandana ulaştı...
Halil Emmi'nin mektubunu okuyan Cafer Kumandan her şeyi öğrendi...
Mustafa’yı evine aldı, kendi evlatlarına göstermediği şefkati Mustafa’ya gösterdi...
Mustafa her geçen gün daha da durgunlaştı... Hareketleri anlamsızlaştı.
Bir müddet sonra akli dengesini kaybetti...
Tüberkülozu ağırlaştı...
Mustafa, yağmurlu bir tan vakti, sabah ezanı okunurken Cafer Kumandan'ın kollarında hayata gözlerini kapadığında 29 yaşındaydı...
Ve karısı Zehra…
Mustafa’m bir gün döner gelir diye, ölene kadar her öğünde sofraya bir tabak fazla koydu...
Zehra 64 yaşında vefat ettiğinde, avucunda Mustafa’sının mendili vardı...

17 Temmuz 2025 Perşembe

GEÇMİŞE GÖRE BUGÜNE UYUM SAĞLAMAK

Üçkağıtçıya
yalancıya
ahlaksıza
hırsıza
arsıza velhasılkelam kendisini herdaim haklı, başkasını haksız görene karşı yaşam zor
mücadele gerektirir.
Bir realpolitik var.
Dünden bugüne değişmeyen gerçekler
belli tezatlar var.
Bu tezatları düzeltmek kolay değil.
Neyi nasıl düzeleteceksin
olumsuzluklar bertaraf edilmedikçe düzelmez.
Gerçekleri görmek için günümüz dünyasında artık Webb teleskopu gerekiyor.
Kendisini koşulların üzerinde gören kibre başvurmaktan çekinmiyor.
Algılaması ve kafası böyle çalışıyor çünkü.
Hatalar ile yüzleşmek diye bir düşünce yok.
Bize düşen
geçmişten bugüne akan kesitte
dürüst insanlarla
ve ne yazık ki artık yanımızda olmayan sevdiklerimizin anılarıyla vakit geçirmek kalıyor.
Zamanı anlamsızlaştıran
yaşamın döngüsünü yok edip
öğüten günlerin ağır gölgesinde katmanları belli radikal yabancılık içinde zaman geçirmek.
Diğer yandan,
Günümüzde meydana gelen
insanları olumsuz etkiliyen
sokağa dahi çıkmaktan bezdiren
çıkarcı
rantçı
üçkağıtçı
kibirli
cahilce
meydana gelen olay ve yaklaşımların olması geçmişin anılmasına ve özlenmesine neden olduğu gerçeğini unutmamak lazım.
Ne vefa kaldı ne saygı.
Bencillik almış yürümüş.
İnternet sitelerine
Gazete manşetlerine düşen günlük haber akışı zaten durumu açıklıyor.
Apartman katlarında birbirini tanımadan yaşayan
Birbirinin acısına ve sevincine ortak olmayan bir toplum haline geldik.
Bu ortamda neyin vefası ve saygısını bekleyeceksin ki.
Geçmişe baktığımızda
Belki de bizim kuşak insan ilişkilerinde daha bir özenliydi.
Birbirimizi kırmamak
incitmemek için nasıl da dikkat eder
özen gösterirdik.
Geçmişe göre bugüne uyum sağlamak bu bağlamda çok zor.

 

10 Temmuz 2025 Perşembe

BİZDEN BİRİLERİ ONLAR


 

Ulus Sobacılar Çarşısı’nın ara sokaklarında lobisi köy odalarını aratmayan bir otel odasında, geçmişte bir kış mevsiminde sokakta iken ısınmak için ateş yakan Aşkın Aydın “Bacaklarımı sokaklar aldı” diye başlıyor. Yaktığı ateş bir süre sonra paçalarını, sonra elbiselerini, sonrada bacaklarını yakmış. Saatlerce ayazda baygın yatan Aydın’ın bacakları soğuğun etkisi ile donmuş. Kangren deyip her iki bacağını da kesmişler. Şimdiyse otel odasında protez bekliyor.

O bir madde bağımlısıymış zamanında. Çektiği balinin etkisinde olduğunu söylüyor çoğu kez. Büyük bir mücadele vererek madde bağımlılığından kurtulmuş. “Evlilik filan bilmiyorum” diye yanıt veriyor sorulan soruya ve ekliyor “Tek bildiğim artık kötü şeylere bulaşmayacağım. Ben uzun yıllar madde kulandım. Kimse madde bağımlısı olmasın. Bakın bu bağımlılık beni ne hale getirdi… Annemi sekiz yaşında kaybettim. Bu kayıp beni o yaşlarda sokağa itti. Caddelerde sokaklarda yıllarca perişan bir şekilde yaşadım. Yollarda sürüklendim…”

Sokaklarda rastlarız onlara. Köprü altlarında, köşe başlarında, otobüs duraklarında. Evsizler, kimsesizler olarak bildiklerimiz, sokakların çocuklarıdır onlar. Her birinin ayrı bir hikâyesi vardır. Hüzünlüdür o hikâyeler. Sorsanız da anlatmak istemezler çoğunlukla. İçine kapanık, kıyıda köşede yaşamayı tercih ederler.

Onlar da bizim insanımız. Bizden birileri onlar. Yazgıları kötü olsa da çaresiz de olsalar, madde bağımlısı da olsalar, engelli de olsalar onlar bizim çocuklarımız. Polemiklere konu da olsalar, “tinerci” de deseler, “köprü altlarında” da yaşasalar onlara sahip çıkmalı, tedavi ettirmeliyiz. Kol kanat germeliyiz.

Onların bu duruma düşmesinde, hor görülmelerinde, ötekileştirilmelerinde hiç mi bizim suçumuz yok?

Kimisine zorla mendil sattırırız. Kimisini zorla dilendiririz. Kimisinin parasını gasp ederiz. Yalancılıkta, çıkarcılıkta, üçkâğıtçılıkta birbirimizle yarışırız.  Yarı aç yarı tok yaşamaları, onun bunun verdiği birkaç parça ekmekle karınlarını doyurmaları, geceleri ayazda soğukta sokaklarda, sıklıkla otobüs terminallerinde yatıp kalkmaları umurumuzda bile değildir. Şöyle bir bakar geçeriz onları gördüğümüzde. Düşünmeyiz ne dramlar saklıdır o yüreklerde, o gözlerde, o çaresizlikte.

Oysaki siz, ben, o, biz yani hepimiz. Bir şeyler diktik, ektik, yeşertmeye çalıştık umutla. Bugünün ve yarının yüreklerine. Çocuklarımıza umut olsun, gelecek olsun, ışık olsun; çiçekler solmasın, bahçeler kurumasın diye.

Kimimizin adı Mehmet idi, kimimizin Hasan ya da Ali ne fark eder. Biz hep vardık ve hep olacağız bir yerlerde.

Bozkırın ortasında, çölün sıcağında, ormanların gölgesinde, dağ havasının vazgeçilmezliğinde, suyun serinliğinde, toprağın doğurganlığında. Uzak köylerde, kasabalarda, şehirlerin varoşlarında, köprü altlarında, sokaklarda yaşamayı, özgürlüğü arayacağız her daim.

Belki biraz yağmur arada bir dolu çarpacak yüzümüze.

Çalıp çırpacaklar, rant elde edecekler sırtımızdan. Alın terimizden, kanımızdan, canımızdan beslenecekler. Bir yandan son model arabaları ile yanımızdan geçecekler. Çaresizliğe, yoksunluğa dönüp bakmayacaklar.

Lakin biz her daim insan olacağız. Zor yaşam koşullarında yaşasak da. Huyumuz suyumuz ne ise o. İnsanlığın alacası olduğunu bileceğiz. İyisi de var kötüsü de. Doğrusu da var eğrisi de. İyiyi seçeni de var, kötüye kananı da. Üç kuruşluk çıkarı için köprü altı çocuklarını kullananı da.

Köprü altı çocuklarına, evsizlere sahip çıkalım. Güvenmeliler birilerine. Yaşama küsmemeliler. Yardım edelim onlara. Tedavi edelim, iş verelim. Hasbelkader sokaklara itilen bu çocuklar pişmandırlar eminim yaşantılarından. Elimizi uzatalım bir kez, tutalım ellerinden. Bakın o zaman nasıl da dört elle sarılacaklar yaşama.

9 Temmuz 2025 Çarşamba

ÇOCUKLUK YILLARIMI


 Yeni haftayı karşılarken özlediğim ne çok şey olduğunu düşündüm.

Uzun yıllar doğudan batıya Anadolu'nun ücra köşelerinde yaşanan zorluklara rağmen görev yaptığım günleri...
Her daim saygıyı kaybetmeyen öğrencilerimi ve öğretmen arkadaşları...
Yaz günlerinin sıcaklığını...
Soğuk kış günlerinde helkelerde buz tutan suları...
Çocukluk yıllarımı...
Bozkırın yakıcı güneşinde alnımızda akan terleri...
Güneşin parlak ışıklarını,
Rengarenk kır çiçeklerini,
Ormandaki ağaçların yeşilini,
Dostların içtenliğini...

VİCDANSIZ



    Bu hayatta güvenilir pek az insan var.

Öğretmenlik mesleğim boyunca
Dürüst olanların yanısıra
Çıkarcı
Üçkağıtçı
Vicdansız
Kibirli
Nemelazımcı yaklaşımları olan insanları gördüm.
Hepsinden ayakta kalmak için ders çıkardım.
Hiç birine prim vermedim.
İnsan görüp yaşadıklarından ders çıkara çıkara düşmemeyi öğreniyor.
Nesli tükenmekte olan "güven" duygusunun kaybolmasına izin vermeden yaşamak ve yaşatmak dileklerimle.

29 Haziran 2025 Pazar

YAŞAM


 

İnsan tanımadığı yerde oturduğu yerde de yoruluyor. 

Yorgunluk beden yorgunluğu değil, zihin yorgunluğu. 

Aslında insanı yoran yine insandır. 

Gün boyu sokaklarda, caddelerde dilenciler, tiz sesleriyle kulakları rahatsız eden seyyar satıcılar, patlamış mısır satıcıları, üşümesinler diye sarıp sarmalanmış çocuklarının ellerinden sıkı sıya tutan anneler, bastonu ile kaldırımı döverek yürüyen yaşlılar, çığırtkanlar, sessizce bir yerlere giden kalabalık, hayallerini ve mutluluk düşlerini arayanlar, biraz kendisinden birazda bedenine ve yüreğine ağır gelen sorumluluktan kaçmak isteyenler, sokak ortasında sebepsiz yere tartışanlar, kahve önlerinde sohbetin en koyusuna dalmış etrafta olup bitenlere kayıtsız çayını yudumlayıp tavla zarını düşeş getirmeye çalışanlar, işsizlerden oluşan küçük bir ordu...

27 Haziran 2025 Cuma

BİR ÇEŞME BAŞINDA



 

Bahar bulaştı ya hayata,

Ağaca,

Suya,

İçimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki,

Diren direnebilirsen.

Yüreğim bavulunu toplamış çoktan;

Ruhum sırtlamış çantasını...

"Uzaklar" çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını.

Heybemizde biraz peynir

Biraz zeytin

Birazda soğan olsun...

Mataramızda suyumuz

Bir tutamda tuzumuz

Başımızda şapkamız

Birazda pulumuz

Ateş yakacak çakmağımız

Bir de oltamız

Gidelim dağ başına

Bir ovaya

Deniz kenarına

Gökyüzü yorganımız

Toprak ana yatağımız olsun

Bir çeşme başında...