8 Ağustos 2018 Çarşamba

ZEYNEP; YİRMİ YIL ÖNCE BİR KADIN OLARAK, GERÇEKLERİ GÖRMEK BENİM İÇİN ZORDU

Ulaşabildiği her yeri, her kerpici, her taşı, her ağacı, her canlıyı güzel gösteren altın sarısı akşam güneşinin ışıkları altında kasabanın meydanının etrafını saran kahvelerden birinin kapısından girip boş masalardan birine oturdum.
Kahvede yoğun okey şakırtıları ve gürültü arasında verdiğim selamı duyanların "hoş geldiniz hocam" sözleri arasında söylediğim çayı masanın üzerine koyan kahveci Muzaffer hal ve hatırımı sorduktan sonra işinin başına döndü.
Kahvenin duvarları sanırsın dün yapılmış gibi boyalıydı. İs ve duman kokusu ve lekesinin izlerini kaybetmek için bir kaç ayda bir kahvenin boya ve badanasının yapıldığını biliyordum.
Duvarları boyamakta ki amaç aslında korumaktan çok is ve duman izlerini gizlemekti.
Kahvede okey oynayanlar ve sohbet edenler arasında oturup sohbet ettiğim tanıdık biri olmayınca da kendi düşüncelerime dalıp gittim.
Ortaklar Köy enstitüsü mezunu Mehmet amcayla eşi Hatice ninenin yaşamını; kızları Zeynep'i istemese de dayısının oğluna gönülsüzce vermelerini düşündüm.
Zeynep'in içinde bulunduğu durumu anımsadım.
Yirmi yıla yakın dayısının oğluyla evli kalan, bu zaman zarfında eşinin boş vermişliği, kahve ve içki düşkünlüğü, başka kadınlarla düşüp kalkma ve kazancını buralarda harcama alışkanlığı sonucu çocuklarına hem ana hem baba olmuştu.
"Yirmi yıl önce bir kadın olarak, gerçekleri görmek benim için zordu. Geçen yıllarda eşimin alışkanlıkları, saklı birkaç gerçekle yüz yüze gelmemi sağladı" diye dert yanıyordu Zeynep. 
"Mesele" diyordu "yıllar önce anam kardeşinin oğlunun kasaba dışında kentte yaşadığını, evlenip de kente yerleştiğimizde her şeyin daha güzel olacağını inandırmıştı beni."
"Lakin eşime duyduğum saygı zamanla yok oldu. Masumiyetini kaybetmişti çünkü eşim. Bakış açımızda değişiklikler vardı. O alışkanlıklarından vazgeçmeye yanaşmıyor, evin ihtiyaçlarına ayıracağı parayı başkalarıyla yiyip içiyordu. Uzun yıllar bu şekilde yaşadım. Boşanmayı ilk başlarda hiç düşünmedim. Çevre ne der, anam babam ne der diye düşündüm, bağrıma taş bastım. Apartman temizliğine gittim, merdivenleri sildim, zenginlerin evlerini temizledim. Çocuklarımı kimseye muhtaç etmemeye çalıştım"
Zeynep'in bu anlatımları insanın yüreğini burkuyordu.
Yaşadıklarını "kader" olarak algılıyordu. Her ne kadar eşi eve bakmasa da, sorunlarla ilgilenmese de bu yaşadıklarını "kader" olarak uzun yıllar içinde taşıdı.
Yanıldığını ve yaşamın insanın kendi eliyle şekillendiğini anladığında ise aradan yirmi yıl geçmiş, kızları evlenme çağına gelmişti.
Yaşadığı acıyı anasına bir gün şu sözlerle açıklamıştı:
stemediğim bir evliliğe beni zorladınız. Geleceğime ben değil siz karar verdiniz. Hayır demedim, kaderime boyun eğdim. Başka da çare yoktu. Fakat siz bu durumu vicdanınıza nasıl sığdırdınız bilemem.
Her an dudaklarınızda acı ve buruk bir tebessümle yaşayacaksınız." 
İşten çıkmasıyla babamın işini kaybetmesi, yeterli toprağa sahip olamayışımız benim hayatımı dönülmez noktaya getirdi. Eğitimimi yarıda kesmek zorunda kaldım. Yetmedi evlendirildim. Dayımın oğlu ile evlenmemi bana sormadınız bile. Yüreğimde taşıyacağım bir hançeri bana hediye ettiniz. Ömrünüzce bu vicdan azabından kurtulamayacaksınız bunu biliyorum."
Zeynep'in gönlünde komşusunun oğlu Recep vardı. Lakin bunu kimseye anlatmadı, anlatamazdı, hiç bir zaman anlatmamak kaydıyla içine attı. 
Zeynep doğru olanı yapmıştı.
Kırsalda ya da kentte yaşayan halkların yüz yıllar boyunca kadına verdiği değer bu mu olmalıydı diye düşündüm. 
Feodal ilişkilerin yoğun olduğu dönemlerin artık geride kalması gerekmez miydi?
Kadının kendi yaşamını paylaşacağı eşini seçmesine neden müsaade edilmiyordu?
Toplumların gelişmişliği kadına verdikleri değer ile anlaşılır. Kadını zayıf gören ve hak ettiği değeri vermek istemeyenler kuşkusuz komplekslidirler. Unutulmamalıdır ki erkeğin kadına kadının da erkeğe ihtiyacı vardır.
Nasıl ki doğada güzellik aranırsa kadında da güzellik aranır. Bu güzellik sadece yüz güzelliği değildir. Akıl ve mantık güzelliğidir. Kadının varlığının olmadığı evi düşünmek bile istemem. O nedenle kadına gereken değeri ve önemi vermeli toplumumuz.
Bu duyguların yoğunluğu altında dalmış gitmişim. Kahveci Muzaffer'in "Hocam daldınız. Yeni çay demledim. İster misiniz ?" sözleriyle irkilip kendime gelene kadar.
Uzun süre uykusuz kalmışcasına gözlerimi ovaladım bir süre. Ses vermeyince uzaklaşan kahveciye Muzaffer'e;
"getir getir elbette içmez olur muyum."
Çayı içince az da olsa duygu sersemliğinden kendimi sıyırıldım.
Saate baktım. 
Vakit epey geçmişti.
Sabah kahvaltısı sonrasında evden çıkmış bir daha da uğramamıştım. 
Yaptığım "ihmalkarlık" diye hayıflandım. 
Çay parasını kahveciye verip kendimi dışarı attım.
Lakin eve gidinceye kadar da düşünce yoğunluğu yaşayacağımı biliyordum. 
Kafamın içi karma karışıktı.

Hüseyin GÜZEL

2 yorum:

  1. Keşke biraz cesur davranıp karşı koysaymış, ben düşünüyorum da, kendimizde kabahat çok, başımıza gelenleri hemen 'kaderim' diyerek kabulleniyoruz, belki de İslam dini yüzünden, yüzyıllardır geleneklerinde hatta genlerinde var, karşı çıkmak, karşı durmak diye bir seçenek var halbuki, silah zoruyla olmadıysa, bu kız karşı çıkabilirdi. Biraz ayak diretseydi keşke...ona sormasını beklemiş anladığım kadarıyla, bu tipik Türk kadını davranış şekli, hep başkalarının bizi anlamasını bekliyoruz halbuki başkası bizi anlayamaz, aslında %1000 eminim ki, eğer Zeynep son derece kararlı, kesin bir dille karşı çıksaydı, dik dursaydı, ailesi eminim ki, ya biz ne yapıyoruz, kız haklı derdi. Hemen kabullenmek, hemen pes etmek, hemen kurban rolüne bürünmek belki de kolay geliyor çünkü isyan etmeye hele de bir kadın olarak hiç teşvik edilmiyoruz yetiştirilirken...sen kızsın sus vs. gibi...sonra da tüm suçu başkasına atıyoruz yine kolay geliyor...

    Elinize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zeyneb'in durumu yazdığınız gibi öteden beri toplumda yerleşmiş, kabul görmüş, "babaya karşı çıkılmaz" anlayışının bir sonucu elbette Müjde Hanım. Yazdıklarınıza katılıyorum.
      Karşı çıkma, evleneceği çağa kadar babasının, anasının etkisinde kalmış, çaresiz, onlar ne derse o diyen birinden farklı bir yaklaşım beklemek zaten olanaksız.
      Köyden şehire gitmek, belki de kuracağı yeni yuvasında kendi düşüncesi, çabası ile yaşama isteği ağır basmış da olabilir.
      Zeyneb'in kocasının yaşananlarda büyük hatası var.
      Kendi öz çocuklarını terk eden bir karaktere sahip.
      Zeyneb'i tanıyorum şahsen.
      Şu son yıllarda eşinden boşanmış, çocukları ile ayakta kalmaya çalışıyor.
      Bu hikaye ne ilk ne de sondur.
      Zihniyet değişmedikçe de devam edeceğe benzer.
      Selam ve saygılar.

      Sil