Burhan henüz daha çok gençti.
Ağabeyi Recep’in nişanlanmasına en çok o sevinmişti. Çünkü diyordu “yakında yeğenlerimi seveceğim”.
Mert ve yiğit çocuktu. Neşeyle ve
şefkatle konuşurdu. Yeri geldiğinde çekinmeden lafı gediğine koymasını bilirdi.
Altay’la sıkı dosttu. Tıpkı Recep gibi o da Altay’ı sever sayardı, güvenirdi.
Doğa tutkusu yanında hayvan sevgisi de fazlaydı. Her gün sürüyü sular,
ağılların bakımını yapardı. Her zaman güçlüydü. Az konuşurdu. Saçlarını her
daim kısa tutar, özenle tarardı. Gözleri kahverengi ve güleçti. Çok az
kaşlarını çattığına şahit olunurdu.
Baba sıklıkla sürüyü otlatmak için dağa
giderdi. Babasının en büyük yardımcısıydı. Daha çocukken bir gün babasıyla
birlikte dağa gitmişti. Efil efil esen kuzey rüzgârına dönüp kollarını açmış ve
temiz havayı ciğerlerine çekmişti. Daha o günlerde doğaya olan tutkusu
belliydi. O gün aniden gök gürlemiş, babası gülerek onu sımsıkı dizlerinin
arasında tutmuş ve:
“Korkma
bu her zaman olur. Hava da siyah bulutlar toplanır, kırlangıçlar sağa sola
kanat çırpmaya, rüzgâr sert esmeye başlarsa bu durumlarda bil ki yağmur
yağacak. Korkacak bir şey yok!” demişti.
Ağabeyi ile kırlara gider, üzüm
bağları ve kır çiçekleri arasında koştururdu. Kuru dere vadisinin her iki
yamacı granit kayalardan oluşuyordu. Dere yıllar önce meydana gelen Gediz
depremi sonrasında bir daha akmamıştı. Kayaların ve dere kenarındaki çakıl
taşlarının arasında kök salan otlar, çiçekler ve ağaçlar ise büyümeye devam
etti. Dere yatağının kenarına her gidişinde terk edilmiş değirmeni mutlaka
ziyaret eder tepedeki leylek yuvasını hayranlıkla seyrederdi.
Yüreği insanlık sevgisiyle dolu,
mert ve doğru sözlü, yalanı öğrenmemiş olan Burhan ailenin sondan ikinci
çocuğuydu. Kendinden küçük bir de kız kardeşi vardı. Kız kardeşini çok severdi.
Kırsala çalışmaya gittiklerinde kız kardeşinin yanlarında gelmesine razı
olmazdı. Yakıcı güneş altında yorulmasına üzülürdü. Bu durum onun aileye ve
kardeşlerine ne kadar düşkün olduğunun belirtisiydi. Evde pek oturmaz,
dışarının sihirli havası onu kendisine çekerdi. Evde olduğu zamanlarda kerpiç
duvarlar arasına sıkışmış bahçeye iner, ağaçlara ve sonra dallarındaki kuşlara
bakar dalar giderdi. Bahçede kendi eliyle diktiği çınar ağacının dibine her
sabah su döker, etrafını temizlerdi.
Bahçenin bir köşesinde üzüm asması
vardı. Asmadaki salkımların olgunlaşmasının ahengine kendini kaptırırdı.
Bahçenin uzak köşesinde anasının civcivleri büyüttüğü kümesin yanına gider
yemlerini ve sularını verirdi. Bahçe içerisinde sıkıntılarını gideremeyince
sokağa yönelir, kahvelerin oraya gelir, çınar ağaçlarının gölgesinde bir
sandalyeye oturur ve Recep’le Altay’ın olmaması halinde sessizce gelmelerini
beklerdi. Mehmet amca ise en büyük öğretmenleriydi. Çok sevdikleri Sinan’da yanlarına geldiğinde okey oynarlar, Burhan
sessizce ve ilgiyle hem oyunu hem de konuşmaları izlerdi.
Mehmet amca hayata ve yaşama dair
bildiği ne varsa anlatır, öğüt verir, her koşulda mert ve doğru sözlü
olmalarını; yoksula ve kimsesize yardım etmelerini söylerdi.
“İnsanoğlu
çakırdikenleri arasında açmış gelincik gibidir. Gelincik çakırdikenine nasıl
alışıyor, birlikte yaşamaya çalışıyorsa, bizlerde aykırı insanların arasında
davranışımızı dizayn edip sorunsuzca yaşamaya çalışmalıyız” derdi.
Ne kadar da haklıydı Mehmet amca.
Doğada vahşi yaşam kendi mecrasında devam
eder. Kurt ile kuzu, aslan ile ceylan, diken ile gül hep bir arada yaşar, var
olur. Güçlü ya da baskın olan güçsüzü kendi varlığının devamı için yok eder.
Böylece kendi varlığının ve soyunun devamını sağlar.
İnsanları diğer canlılardan ayıran
en önemli özellik “düşünebilme”
yetisine sahip olmasıdır. Bu bağlamda çakırdikeni ile yan yana yaşam alanı
bulan gelinciğin var olma mücadelesi elbette insan yaşamından farklıdır.
İnsanoğlu güçlü ise güçsüzü ezer, kendi yönetimine alır. Zalim kralın güçsüz
halka yaptığı gibi.
Lakin iyi ile kötü her daim yan
yana olmuştur, olacaktır. Bunu değiştirmenin olasılığı neredeyse yaşam
alanımızda yok denecek kadar azdır. İnsanın bir yanı zalimdir. Ben merkezlidir
her daim. İyileri bir yere kötüleri de diğer yere toplama lüksümüz olmadığına
göre, iyilerle kötüler olarak kategorize ettiğimiz grupları ya da bireyleri bir
arada yaşatmanın, sorunları en aza indirmenin çaresini aramalı ve bulmalıyız.
Sanırım Mehmet amcanın anlatmak istediği buydu.
Öyle günler yaşıyoruz ki, iyilerin bu dünyada kötülerle yaşaması çok zorlaşıyor Hüseyin Hocam. Sosyal medyaya bakıyorum her gün değil her saat yeni bir vahşet, yeni bir cinayet, yeni bir kötülük. Valla benim kalbim bu kadar kötülüğü kaldıramıyor.
YanıtlaSilÇok güzel bir hikayeydi. Elinize sağlık.
Haklısın müjde kardeşim.
SilYaşanan acıları, şehrin sokaklarında katledilen insanları gördükçe bu duruma nasıl geldi bunu yapanlar.
Eskiden gece ara sokaklarda korkmadan (fazla değil birkaç sene önceye kadar) yürüyen insanlar artık korkuyor müjde kardeşim.
Kızımın evi ile bizim oturduğumuz ev arasında azami bir kaç sokak var.
Düne kadar ziyaret edip gece çekinmeden gidip geliyorduk.
Artık çekiniyoruz.
Hikayeye gelince, yaşanan gerçek bir durumun anlatılması söz konusu.
Yani hayali bir kurgu değil bu müjde kardeşim.
Ne yazık ki, Burhan bir kurban bayramı günü katledildi.
Yorum için teşekkür.
Selam ve saygılar