28 Eylül 2025 Pazar

O DA KALIRSA KALANLARDA


 Çevremizde dostlarımız, güvendiğimiz insanlar var. Arkadaşlar, yakınlarımız, eşimiz, oğlumuz, kızımız var.

Benliğimizin derinliklerinde biriktirdiğimiz, sakladığımız garip bir yalnızlık, kabuğuna çekilme ve bu yalnızlığın çöreklendiği yüreğimiz var.
Kırılganlıklarımız, yıllar boyu değişmeyen yazgımız var.
Düne, bugüne dönüp bakıldığında çok şeyin var olduğunu, zamanla değiştiğini görürüz.
Lakin, tüm bunlara rağmen,
İnsan yaşamında her şey bir gün mutlaka geçip gidecek.
Nefes alırken göğsüne batan iğne, yutkunurken boğazına düğümlenen lokmalar, çekilen zorluklar, sıla özlemi.
Kısaca yaşamında her ne varsa bir gün hepsi geçecek.
Geride belki sadece ve sadece bir küçük sızı kalacak.
O da kalırsa kalanlarda.
Kimse senin nelerle başa çıkmaya çalıştığını, neleri başardığını, neleri başaramadığını, neler hissettiğini, sevinçlerini, korkularını bilemeyecek.
O nedenle,
Yol haritanda çizdiğin yolda dik yürü hep, dürüst ol, kimseye hiç bir şey için boyun eğme.

YOKOLUŞ


 İnsan merak ediyor

acıyla ve kederle, yaralı bir kalple
hüzünle ve ayıpla ne
yapacak acaba insanlık.
Çürümüş beyinler
Ve açlık,
insanlığı bitiren.
Gerçeğin öte yakası
sorgulanmaz mı hiç?
pastoral tablo misali
buzların arasına sıkışmış
barut kokusuna karışmış kan kokusu.
Hüzün ve yoksulluk, terkedilmişlik
sömürü ve soygun
gökyüzünde yıldızlar gibi yanıp yanıp sönen
metal yığını
savaş makineleri,
butona basılınca ansızın
parçalanması bedenlerin
sonrasında cansız düşmesi kan çanağı bakışlarla
sokaklara.
İnsan merak ediyor
bu ayıpla ne
yapacak acaba insanlık.
Hüseyin Güzel/28.09.2011

26 Eylül 2025 Cuma

PARLAYAN BİR YILDIZDAN SÖNEN BİR YILDIZA DOĞRU


 Zamanın kopyası yok, tekrarı da.

Yaşanıp hayatınıza izdüşüren herşey, size zaman ayarlarını anlatsa da duyguda, düşüncede berrak saf olanları size hatırlatan suretleri düşünmeniz kaçınılmazdır.
Bu bağlamda,
Bir kişi ya da olay hakkında yazıya aktarılan şeyler, resimler ve çizimler elle işlenmiş görsel ifadelerde görüldüğü üzere samimi birer yorumdur.
Dağarcığımızda kişiselleştirmesek de, yaşananlar parlayan bir yıldızdan sönen bir yıldıza doğru kayıp gidecektir zamanın içinde.
Bu gidişi durdurmak olanaksızdır.
Belki içinizden biri buna karşı çıkacaktır.
Lakin, karşı duruş da zamanın içinde, zamana karşı duramayacaktır.
Zamanı anlamak için durmak yerine, çalışmaya ve öğrenmeye devam etmek gerekir.

24 Eylül 2025 Çarşamba

KOCA REİS



Hey gidi koca reis,
Gidiyorsun ha,
Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
Gidiyorsun ha,
Ne diyeyim şimdi; iyi mi ettin diyeyim,
Kalan,,,,kalan yok be reis,
Hani,birkaç küçük anı,birkaç hatıra,
İçimde tuhaf bir his,
Sana geldi diyor belki de şimdi sıra,
Pekala,baş üstüne,
Ölüm çoktan kabulüm,
Nasıl olsa çocuklar büyüdü,
Üç buçuk emekli aylığımda geçinir gider karım,
Lakin,lakin benim korkum;
Şiirlerim kalır diye yarım,
Satılır diye bir mahalle bakkalına kitaplarım,
Zeytin sarılır,helva sarılır,
Kalırsa duvarda bir resmim kalır,
Belki kapı zilinde bir müddet ismim,
Sonra,sonra unutulur gider cismim dahi,
Hey gidi koca reis,
Gidiyor musun sahi?
Hatırlar mısın? aynı yıl bitirmiştik okulu,
Senin tayının Anadolu”ya çıkmıştı da,
Giderim ulan demiştin,güle oynaya giderim,
Bizi vatan haini ilan edip;
Ve güle oynaya gitmiştin,bir akşam treniyle,
Gerçi sık,sık mektuplaşır,
Oraları anlatırdın bizlere,
Değişmeli derdin,değişmeli buraların makus talihi,
Oralardan yine öğretmenle evlenmiştin,
Çağırmıştın da gelememiştik be koca reis,
İş güç işte birazda bahane,
Kızmıştın,hatırlar mısın,ulan demiştin;
Siz benim cenazeme de gelmezsiniz,
Geldik,geldik be koca reis,geldik,
Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
Gidiyor musun sahi?
Ne hikmetse en çokta bana kızardın,
Bırak derdin,şu aşk meşk şiirlerini,
Yazacaksan ulan,memleket meselelerini yaz,
Öyle Erenköy”de oturup,
Köylü geldim,köylü gideceğim hikayelerini kimse yemez,
Buralar yok yoksul,buralarda akşamlar ayaz,
Buralara ne kimse geliyor,ne yaz,
Tutturmuşsunuz,varsa yoksa bizim kuşak,
İnsan insanlarına olmalı,taşına toprağına olmalı,
İnsan vatanına olmalı uşak,
Gelmeyin ulan,gelmeyin derdin,ölümümde dahi,
Geldik be koca reis,geldik,
Sen adam gibi yaşamanın bedelini,
Biz senin bedenini vurup sırtımıza,
Gidiyor musun sahi?
Kalan,kalan yok be reis,
Satılır palton bir eskiciye,
Kömürlüğe atılır haftasına masan,
Kalırsa duvarda bir resmin kalır,
Belki,belki kapı zilinde bir müddet ismin.
Mehmed Çetin

16 Eylül 2025 Salı

ÇOCUKLAR


 Çocuklar.

Yarının büyükleri, geleceğimiz, göz nuru çocuklarımız
Hiç biri dünyaya gelmek için sormadılar
Nazlı bir çiçek gibi doğdular
Bu dünyaya
Her yerde,
Her ücra köşede,
Uçsuz bucaksız bozkırda,
Bir vadi yamacında,
Metropolde,
Bir ormanın kuytu köşesinde
yarınların başlangıcı oldular
Öldürülen,
İstismara uğrayan,
Dilendirilen,
Küçük yaşta çöp arabasıyla köşe bucak
Çöp toplayan,
Şiddet gören çocuklar
Vay yavrum vay çocuğum
Bugün biri, yarın bir başkası
Yüreğimize ateş düşüren
Ölümler, acılar, cinayetler
Yaşamak onların hakkı değil mi?
Bazen söz hükmünü yitirir
Günlerce, aylarca, yıllarca
Belki de bir ömür
İzi kalır zamansız gidişlerin

UNUTMA


 İnsan zamanla hayatın olağan akışını, yaşanan olumsuzluklar nedeniyle merak etmez, bir bakıma bıkar.

Lakin, bıktığınız her ne olursa olsun,
bıkkınlıklar bir kenara,
devam eden bir hayat olduğunu unutmamak lazım.
Unutmak demek,
merak edilenin kuruması,
çöle dönüşmesi demektir.
Oysaki merak düşünceyi tetikler,
düşüncelerde ağaçlar gibidir,
ağaçlar susuz,
düşünceler de meraksız büyüyemezler.
Diğer yandan,
Bavulları hep toplu durmalı...
Bir gün telefonların hiç çalmayacağı hesaplanmalı ...
İnsan ihanetlere terk edilmelere...
Bir başına bırakılmalara hazır olmalı,
Yalnızlığa alışmalı...
Omuz omuza günler mi...
Aramaktan vazgeçmek zorundayız artık ...
Dayanışmaya gelince, günümüzde borsanın değer kaybeden hisselerinden biri artık...

SAYGIN İNSAN


 Teşekkür borçlu olduğumuz insanlar.

Kendini ülke gerçeklerinden soyutlamadan geleceğe yönelik düşünebilen...
Güvenli, kararlı, onurlu, sorumluluğunu bilen, insana değer veren...
Her işte, her uğraşta giderek çoğalsın.
Çocuklar, gençler umutla yola çıksın...
Kararlılıkla sürdürsünler çabalarını...
Yolları, bahtları açık...
Yürekleri, vicdanları temiz olsun.
Çünkü,
Hayat bir savaştır
değerlerini koruma
sevdiklerini yaşatma
karekterine
vicdanına
demokrasi ve insan haklarına sahip çıkma savaşı.
Unutmamak lazım
Tartışmayı bilmeyen, dinlemeyen,
kendi fikrini dayatan insanlarla konuşacak
bir şey yok...
Uzaklaşmak en doğru seçenektir.
Haklılığın onuru yaşatır insanı susmanın utancı öldürür o yüzden en sessiz gecelerde doğruyu yaptığıyla teselli bulmalı insan.
Hazır olmalı insan, hep başını alıp gidecek kadar cesur ama kalıp savaşacakmış gibi gözü pek olabilmeli.
Sırt çantasını daima hazır tutmalı insan.
Yollarla barışmalı yalnızlığa alışmalı.

O ACIMASIZ DARBE


 Bir beyaz saçın içinde, karşılaştığımız çok insan vardır.

Hayatımıza yön veren anılarımız ve olaylar vardır.
Şahit olduğumuz adalet ve adaletsizlikler vardır.
Mutluluklar ve acılar vardır.
Kaybettiklerimiz vardır.
Çocukluğumuz, gençliğimiz vardır...
Bu bağlamda, halk arasında bilinen şu sözü unutma, "kendine ağır geleni başkasına yapma"...
Sonu belli olmayan bir yoldur hayat.
Neyin ne zaman nerede karşına çıkacağını bilemezsin.
Öyle bir an gelir ki, bir şeyler alır götürür senden engel olamazsın.
Bazen hayatın getirdiklerinden kaçmak istesen de kaçamazsın...
Yapman gereken "seçme ve karar verme hakkını doğru kullanman" olmalıdır...
Gidilen yolun iki yanında dikenler var diye o yolun özelliği değişmez.
Yolcu yoluna gider.
Dikenler de kötülükleriyle baş başa kalır.
Yürünen yolda hayalperest olmaya da gerek yok. Bütün gün, bütün hafta, bütün yıl, gerçekle hayali karıştırmamak lazım...
Dikenler bir yana, gidilen yolda, gidenin yol haritasında yükümlülükleri devam eder,
hayata, kendisine, çevresine, ailesine karşı.
Gün gelir ellerinde nasır, alnında çizgilerle kavruk yüzünde mutluluk duygusu kendisini ele verir.
Hayat acımasızdır, çile, acı, huzur yan yana gelmez bir türlü.
Dikenlerden koruduğumuz insanları gün gelir kaybedersiniz.
Bu size vurulan en acımasız darbedir.
O acımasız darbe sizi düşündürür "neden buradayım" diye...

10 Eylül 2025 Çarşamba

27 AĞUSTOS 1922 SABAHI


 27 Ağustos 1922 sabahı Mustafa Kemal Paşa'ya telefonda kuşattıkları tepeyi yarım saat sonra alacaklarını bildirmesine rağmen bunu başaramayınca intihar ederek hayatına son veren Miralay Reşat (Çiğiltepe)’a;

Özellikle cephenin biraz gerisinde yüksekçe bir yere oturup tabancalarını dizlerine koyarak "Geri çekileni vururum" mesajı vermesi ve birkaç sefer geriye kaçan askerler üzerinde bunu bizzat uygulamasıyla “Deli Halit” lakabını alan Mirliva Halit (Karsıalan)’e;
Kütahya'nın Emet ilçesinden kendisi, Emet halkı ve süvarileri tarafından kaçırılan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri komutanı Ferik Fahrettin (Altay)’e;
Demiryollarının kesiştiği yer olan Eskişehir'e bir üs kuran ve savaş boyunca derme çatma trenlerle cepheye asker, cephane, malzeme nakleden; ray döşeten; gerektiğinde ray ve vagonlardan çelik söktürüp kılıç yaptıran miralay Behiç Bey’e;
İstanbul'dan bizzat kendisine gönderilen ve Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamasını emreden telgrafa rağmen “Ben ve kolordum emrinizdedir Paşam!” sözünü söyleyerek Mustafa Kemal Paşa'nın emrine giren Birinci Ferik Musa Kâzım (Karabekir)’a;
İzmit ile Adapazarı'nı geri alıp, Sakarya Meydan Muharebesi'ne katılarak üstün başarılar kazanan Birinci Ferik Kazım Fikri (Özalp)’ye;
Birlikleri ile İzmit ve adapazarı üzerinden Bilecik ve Eskişehir istikametine ilerleyen İngiliz kuvvetlerine Geyve yakınlarında ateş açarak onları durdurup geri püskürten ve Türk Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan olan Mirliva Ali Fuat (Cebesoy)’a;
Bahriye Nazırlığı’ndan ayrılan ve Anadolu'daki Milli Mücadele hareketine katılan albay Hüseyin Rauf (Orbay)’a;
İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve mühimmat kaçıran, İtalyan işgalindeki Antalya depolarında bulunan silah ve mühimmatın Kuva-yı Milliye'ye kazandıran Mirliva İbrahim Refet (Bele)’e;
İstanbul Hükümeti tarafından ulusal hareketin önderlerinden biri olarak rütbesi kaldırılan, nişanları geri alınan ve idamına karar verilen Müşir Mustafa Fevzi (Çakmak)’ye;
Harbiye'de Askeri Taktik ve Strateji Öğretmenliği yapması nedeniyle başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kurtuluş Savaşı'ndaki üstü düzey komutanların büyük çoğunluğu tarafından "Hocam" diye hitap edilen, Büyük Taarruz'dan önce taarruz stratejisinin belirlenmesi için yapılan toplantılarda, tedbirli ve titiz karakteri nedeniyle, taarruz planını çok riskli ve tehlikeli bulduğu için şiddetle itiraz eden, ancak yine de verilen emirleri, biri hariç, harfiyen yerine getiren Orgeneral Yakup Şevki (Subaşı)’ye;
Yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatip olan, Kurtuluş Savaşı'nda cephede Mustafa Kemal'in yanında görev yapan, sivil olmasına rağmen rütbe alarak bir savaş kahramanı sayılan Onbaşı Halide (Edip Adıvar)’ye;
Kağnıyla cepheye silah taşıyan Fatma Nine’ye;
İnebolu'da bulunan cephaneleri Ankara'ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken, kış şartları nedeniyle cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarman, bebeğinede sarılıp onun donmaması için uğraş verirken donarak ölen Şerife Bacı’ya;
Onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenleyen ve aralarında bir Yunan subayı dahil toplam 25 esir askerle geri dönen Erzurumlu Kara Fatma (Seher Erden)’ya;
Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olan Gördesli Makbule’ye;
Çanakkale’de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek alıp dağa çıkan ve Yörük Ali Efe’ye katılan Emir Ayşe’ye;
Düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir sürede düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engelleyen Yörük Ali Efe’ye;
Bekir Ağa Bölüğü`ne baskın düzenleyerek tutuklu bulunan vatansever ve aydınları kurtarıp Anadolu`ya geçmelerini sağlayan Yahya Kaptan’a;
Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca ona layık görülen istiklal madalyasını geri çevirerek "Ben madalya için değil milletim içim savaştım" diyen İpsiz Recep’e;
Kumardan hileyle kazandığı 45 bin frank ile kendi deyimiyle İzmir'deki vatan görevine başlayan İngiliz Kemal lakabıyla anılan Türk ajan Ahmet Esat (Tomruk)’a;
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gizli örgütü Karakol’un yöneticisi Naciye Faham’a;
İşkence görmesine rağmen Karakol’un adresini vermeyen Topkapılı ebe Şahende’ye;
Felah Grubu’na saraydan bilgi taşıyan V. Murat’ın kızı Fehime Sultan’a;
İşgal protestolarında on binlere konuşan Şükufe Nihal’e;
Sebahat’e ;
Zeliha’ya;
Darülfünunlu Saime’ye;
12 yaşında İnönü muharebelerinde savaşan Nezahat’e;
“Muhabere bana düğündür Paşam” diyen Mustafa Kemal’in askeri Sivaslı Fatma Seher’e;
Çerkez kadınları örgütleyen Hayriye Melek’e;
Alaşehir’deki zulmü dünyaya çektikleri telgraf ile duyuran Makbule’ye;
Nebile’ye;
Yunan işgaline elinde silahla karşı koyan Turgutlulu Çavuş Ayşe’ye;
Ödemişli Fatma’ya;
Köpekli Nuri Çetesi’ne katılan Aydınlı -namı diğer Binbaşı- Ayşe’ye;
Yörük Ali Efe’nin 1. bölüğünün 4. mangasında nişancı olarak savaşan Emire Aliye’ye;
Elinde balta ile Menderes Köprüsü’nde düşman bekleyen Arşın Teyze’ye;
Sarayköy’e gelen İngilizci Nasihat Kurulu’nun üzerine silahla yürüyen Adöv Ayşe’ye;
Başındaki yırtık örtüsünü erkeklerin yüzüne atıp, “alın bunları örtünün, verin silahları ben savaşırım” diyen Kezban’a;
Mavzeri hiç susmayan şehit eşi Senem Ayşe’ye;
Düğünde takılan altınları Ankara’ya bağışlayan Kastamonulu 17 yaşındaki Hatice’ye;
Üç kızını Mustafa Kemal’e emanet edip Sakarya Cephesine koşan ve yaralanan Ayşe Çavuş’a;
Düşmanla işbirliği yapan oğlunu vurup dağa çıkan Domaniçli Habibe’ye;
Erkek kılığında savaşan ve sonra kadın olduğu anlaşılan Halime Çavuş’a…..
Soyadını İnönü meydanında çarpışa çarpışa alan Mustafa İsmet’e;
“Geldikleri gibi giderler” deyip, geldiklerinden biraz daha hızlı gitmelerini sağlayan Mustafa Kemal’e…
SAYGI VE MİNNETLE
(Şeref Akgün)

5 Eylül 2025 Cuma

DİNLEMEYİ VE ANLAMAYI BİLMİYORUZ



 

Öyle bir noktadayız ki, herkes kendisinin doğru diğerinin yanlış düşündüğü garabetten kurtulamıyor.
Yaşanan olayların, yazılıp çizilenlerin, yapılan yorumların, ileri sürülen düşüncelerin doğru olup olmadığını sorgulamayı , araştırıp gerçeği öğrenmeyi düşünme gereğini duymadan balıklama atlıyor.
Sonrası gelsin yalan yanlış haberler, ötekileştirmeler, hakarete varan sözler.
İnsan düşünüyor bu duruma bu toplum nasıl geldi?
Bunun mutlaka sosyolojik bir açıklaması olmalı...
Farklı düşüncede olanlar birbirlerini anlamak yerine "hadi ordan" demeyi seçiyor...
İnsan zaman zaman geri çekilip izlemeli hem toplum yaşamını,
hem yakın çevreyi.
Çünkü,
yaşam bizi sınar;
söylediklerimiz ve sustuklarımızla...
"Dinlemeyi ve anlamayı da bilmiyoruz" maalesef. "Dinlemeyi ve anlamayı "çoktan unuttuk.
Sosyal Medya dediğimiz platformlar , yazılı ve görsel basını çoktan bertaraf etmiş durumda.
Tüm dünyada bu böyle.
Teknolojinin önüne de geçmek olanaksız.
Her yetişkinin elinde ve hatta çocukların elinde akıllı telefonlar ve tabletler var.
Sabah kalktığımızda ilk yaptıklarımız arasına girmiş durumda sosyal medyaya göz atmak.
Özellikle Facebook,
Twitter gibi alanlarda yazılanların bir kısmı insanı dumura uğratır şekilde,
yalan yanlış,
gerçekle alakası olmayan paylaşımlarla dolu.
Doğru olmadığını düşündüğünüz ve hatta bildiğiniz bir konuda yazılana müdahale edip doğrusunu yazmaya çalıştığınızda "bırakın anlamayı dinlemeyi ya okkalı bir küfürle, hakaretle karşılaşıyorsunuz ya da engelleniyorsunuz."
Fuzuli'nin dediği gibi "söz söylemek irfan ister, anlamak insan"

ANADOLUDA BİR GENÇ


 Öyle bir yer ki; sanırsın bir labirent. Yaşam bir kaos. Hem de günün her saatinde, her dakikasında. Yaman bir çelişki içerisinde insanlar tam bir serseri mayın.

Kimsenin kimseye saygısı yok.
Genç nesil Anadolu gencinden çok farklı. Anadolu'da bir genç, bir çocuk saygı yüklü hala. Lakin burada aramak beyhude, çünkü bulmak iğneyle kuyu kazmaktan beter.
İnsanları yakından gözlemlemek için ya tıka basa dolu Metrobüs'te ya da Eminönü gibi yoğunluğun yaşandığı mekânda bulunmak yeterli.
O güzelim masmavi boğaz kıs kıs gülüyor gibi geldi bana.
Hey gidi İstanbul; insanın insana saygısının olmadığı bir mekâna dönüşmüşsün...

KUYTULARDA


 Kuytularda...

Bir yandan umarsız, boş gözlerle etrafı izleyenler, bir yandan etrafındaki insan davranışlarını gözlerken, düşünen beyinler.
Ki, artık düşünmek için zaman ayıranların azaldığı bir zaman dilimindeyiz.
İnsanlar meydanlarda boş gözlerle zamanı kovalıyor artık.
Diğer yandan çığırtkanların tiz sesleri, perona yaklaşan trenin çıkardığı o sese benzer nidalarıyla, bencilce etrafı çınlatmaları.
Sokak satıcılarının pervasızlığına karışan işsiz vatandaşın varlığı.
Elinde babadan kalma tespihi ile sıcağın altında varlığını sürdürmeye çalışan emekliler.
Sokakların kuytularında kafelerde okey taşlarını masaya yayanlar...
Hayat acımasızca balyozunu indirdirdikçe indiriyor... Çoğumuz farkında değiliz.
Kuytularda ellerinde tespih, dudakları arasında okkalısından sigara etrafa umursamaz gözlerle bakanlar, yürüyenler, kahve köşelerinde akşamı getirenler, vitrinlerin neon ışıklarını seyredenler, yere dökülen sözcükler...
Her ne olursa olsun, sokaklar başlı başına bir öyküdür ...
Hava bunaltıyor, herkes ya balkonunda, ya da sokaklarda kuytularda dakikalar saate dönüşürken...
En ucuz şey zaman artık.
Oturup beklerken de, ağaç gölgesi ararken de, televizyonda günün haberlerini izlerken de bir türlü geçmiyor zaman...
Gün içinde tek tek seslerin ayırtedilemediği bir uğultu etrafı sarar bazen. Ellerinde çantalar, bavullar, poşetler, kirli soluk ya da renkli torbalarla akan bir nehir gibi insan seli oluşur ana caddelerde.
Zaman hızlanır o anda. İnsanlar koşuşturur gün boyu. Telaş bu bitmek bitmez bir türlü.
Kan ter içinde, yorgun, usanmış, çileli, alınlarında biriken teri elleriyle yok etmeye çalışırken bazen ayakları birbirine dolanır ağır yükü çekerken.
Yaşamı hiçe sayan hoyrat bir bakış etrafı kolaçan eder .
Yaşadıklarımız budur sadece.
Yaşamın tüm tadını ve anlamını yüreğimize sindirdiğimizi sandığımızda.
Bir tek an, evet sadece bir tek an akıp giden zamanı durdurabiliyorsan...
Yaşamında, sokaklarında en güzel öyküsü içindesin...

DÜNÜ HATIRLAMAK


   Dün gibi hatırlıyorum geçen yılları. Acısıyla, sevinciyle.

Yaşam ne garip.
Sen yürüdüğün yol kulvarında plan program yaparsın, o ise sana sürprizler.
Bazen balyoz gibi iner omuzuna yaşamın gerçekleri.
Bazen kederlenirsin, bazen alır bir sevinç.
Anılara götürür.
Aynaya baktığında dünün çocuksu yüzünü ararsın.
Kendini ararsın, sorgularsın.
Bazen iki kişilik yalnızlıkları seyredersin, bazen kalabalıkları.
Kısacası, kendini ararsın, kendi anılarında...