24 Ekim 2025 Cuma

KRAL


 Kralın biri Sarayında otururken, pencereden sesler gelmiş.''Güzel elmalarım vaaaaaar!''

Bakmış, yaşlı birisi, at arabasında elma satıyor. Etrafında müşteriler. Kralın canı çekmiş ve baş vezirini çağırmış;
- Al sana 5 altın, koş bana elma al.
Baş vezir, vezirlerden birisini çağırmış;
- Al sana 4 altın, koş elma al.
Vezir saray görevlilerinden birisini çağırmış;
- Al sana 3 altın, koş elma al.
Saray görevlisi muhafız komutanını çağırmış;
- Al sana 2 altın, koş elma al.
Komutan nöbetçiyi çağırmış;
- Al sana 1 altın, koş elma al.
Nöbetçi çıkmış yaşlı ihtiyarı yakasından tutmuş ve "Hey sen, ne bağırıyorsun? Burası han mı, yoksa saray mı? Defol buradan. arabana da elmalara da el koyuyorum."
Nöbetçi, muhafız komutanına dönmüş ve iyi dalavere çevirdim;
- İşte, 1 altına yarım araba elma.
Komutan saray görevlisine dönmüş;
- İşte, 2 altına bir çuval elma.
Saray görevlisi vezire dönmüş;
- İşte, 3 altına bir torba elma.
Vezir, baş vezire dönmüş;
- İşte, 4 altına yarım torba elma.
Baş vezir kralın huzuruna çıkmış;
- İşte, 5 altına beş elma aldım kralım. Aynen emrettiğiniz gibi.
Kral oturmuş ve şöyle bir düşünmüş ''Beş elma - Beş altın. Bir elma-bir altın ve halk elmalara hücum ediyor.. Demek ki vatandaşın durumu çok iyi. Vergileri hemen artırmak lazım.!“

DEFTERİN KALAN SAYFALARI BOŞ


 Yılın belli dönemlerinde zaman zaman genelde birkaç gün önceden, hatta bazı aylar birkaç hafta önceden alıntılar, düşünceler, fikirler not ederdim karalama defterime.. Bir heyecan duyardım içimde. Yılda bir kez de olsa kendim için bir yazı yazmak, kişisel tarihime bir şerh düşmek, buna özenmek iyi hissettirirdi. Düşünmemi ve bir değerlendirme yapmamı sağlardı. Bu düşünceleri kafamda bir sıraya koyma gayreti beni dinginleştirirdi. Yazmak oldum olası iyi hissettirdi gerçi, yazabilmekse yaşanan olumsuzlukları gördükçe, insanları tanıdıkça, sanki her geçen gün daha zor olmaya başlamış gibi.

Bugün fark ediyorum ki bu yıl için son günlerde ne bir alıntı not almışım kenara ne de bir taslak hazırlamışım. Defterin kalan sayfaları boş. Ha, yazmak zorunda mıyım? Bu bence artık yanlış bir soru.

UMUDU UMUTSUZLUĞA ÇEVİRMEK


 Yazar arkadaşlarımdan Hanife Mert'in "Umut"a dair yazısının son kısmında yazdığı "İnsanların bir lokma ekmek uğruna birbirine zulüm etmediği, yerlerini yurtlarını terk edip uzaklara gitmek zorunda kalmayacağı..." cümlesi dikkat çekici.

"Umut"un kaybolmaması için bu söylenenlerin olması gerekir.
İnsanlar bir diğerine zulüm etmemeli.
Çünkü göz yaşının rengi yoktur.
Lakin, yaşanan gerçekler ne yazık ki yazarın bu isteğini, düşüncesini yerle bir ediyor.
Bunu acımadan,
Zulüm ederek,
İnsan ölümlerini kendisine referans alarak yapıyor.
Ucuz botlarla dalgalı bir denizde yüzlerce insanı yaşamdan kopararak,
Kimi zaman kahpece tuzaklanmış mayınlarla, bombalarla, molotoflarla kaos yaratarak, korku salarak "umudu" umutsuzluğa çevirerek yapıyor.
Yazar yazısında "aydınlık karanlığın bittiği yerde başlar" diyor.
Bu anlayışa hangi aklı başında insan itiraz eder ki?
İtiraz etmek cehaletin işi olsa gerek.
Cehalette kendini aşanlara, toplumda terör estirenlere, hain tuzaklarla vatan evlatlarını şehit edenlere, yol kesip, eşkıyalık yapıp araçları ateşe verenlere, eli tetikte ne yaptığının bilincinde olmayanlara gel de anlat bunu.
Anlatmak istense de anlayabilirler mi?
Anlasalar zaten bunca zulüm, bunca yoksulluk, yoksunluk,
Bunca katliam, bunca ölüm neden olsun ki?
Zalimin ve zulmün olmadığı bir dağ havası çarpsın istiyorum yüzümüze.
Lakin o istenen şeyin ne olduğunu bir kavrayabilsek, bir anlayabilsek,
Yaşanan olumsuzlukların yerini huzura ve umuda bırakması geleceğe güvenle bakabilmemizin en büyük güvencesidir .

ÇARESİZLİK


 Yeryüzünde yaşam alanı bulan canlılar arasında belki de en hassas olanı insanoğludur. İnsanoğlu yerine göre ne kadar aciz, ne kadar çaresiz, ne kadar muhtaçtır.

Bunu illaki hastalanınca anlamak gerekmiyor, mevsimlerin döngüsünden, havaların değişkenliğinden de bunu anlayabiliyoruz.
Yaz aylarının sıcaklığından, kış aylarının başlangıcında ise üşüdüğümüzden söz ederiz. Kış ilerledikçe ah vahlarımız azalmaz artar. Hele hele yaşlılarımızda ise bu sızlanma daha bir üzücüdür kimi zaman.
İnsanı bu döngüye iten şey nedir?
Doğa karşısında ki çaresizliğimidir?
Yoksa değişen yaşam koşullarımıdır?
Eskilerde karakışa, yağmura çamura, yaz sıcaklarına daha bir dayanıklımıydı insanoğlu, yoksa şimdilerde mi daha dayanıksız bilinmez çoğu kez.
Benzer özellikleri ağır bassa da her insan ayrı bir evrendir aslında. Her insanın huyu, alışkanlıkları, becerileri, davranışları, kararları, istekleri ve seçimleri kendine özgüdür.
Biri diğerine benzemez, çünkü içgüdüleri ağır basar ve herkesin içgüdüsü ve çevreyi, çevrede olan bitenleri algılaması farklıdır.
Ne ki o içgüdülerimizi bastırmamız, bencilliklerimize ket vurmamız ve insanca özlemlere, eylemlere dönüştürmemiz gerekir.
Bazen bir olay, bir eylem, bir söylem karşısında çabuk karar veririz. Celalleniriz, eser gürleriz.
Karşıdaki insanın ne dediğini, ne demek istediğini anlamak yerine, o denende kendimize göre denmesi gereken şeyi işimize geldiği gibi algılarız ve işte tam da o anda başlarız ahkâm kesmeye, yel olup esmeye, bora olup geçtiğimiz yeri silip süpürmeye, yanardağ olup yakıp yıkmaya.

ZAMANIN YIPRATICILIĞI


 Zamanın görevi var olanı yıpratmaktır.

Yıpratılmaya çalışılan şey bir canlı da olabilir, bir kaya parçası da.
Yıpratılanların görevi ise zamanın acımasızlığına karşı varlığını korumaktır.
Zamana karşı varlığını korumaya çalışan hayat, insanlar için, insanın kimyasını değiştiren, onu düşünceden düşünceye, yargıdan yargıya, analizden analize sevk eden zincirleme bir reaksiyondur. Önemli olan o reaksiyonu doğru kullanmaktır.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorgulamaktır. Tüm cesaretini toplayıp olumsuzluklara karşı tepkisini göstermektir.

SAVAŞIN İNSANLIĞA GETİRDİĞİ ZULÜM


 Televizyonlar, gazeteler, dünya genelinde insanlığın yaşadığı sorunları gün boyu izleyiciye ulaştırıyor.

Savaş, terör, ölüm, kan ve barut kokusunu büyük bir iştahla içine çeken emperyal güçlerin ve savaş baronlarının halkların boynunda nasıl boza pişirdiğini aktarıyor.
En son Filistin /Gazze de var olan savaş, savaşın yakıp yıktığı yerler, yerini yurdunu terk eden insanlar.
Yakılıp yıkılan kasabalar, köyler ve şehirler birer viraneye dönüşmüş durumda.
Kadim sahipleri terk etmiş oraları.
Gidecekleri yere ulaşmanın telaşındalar. Ölümü göze alarak yapıyorlar bunu.
Savaş ve kargaşanın insana getirisi budur işte. Ne huzur, ne ahlâki değerler, ne insan hakları, ne savunmasız insanlar, ne demokrasi, ne çocuk ve yaşlılar ölüm timlerinin umurunda değil.

6 Ekim 2025 Pazartesi

EL BEBEK GÜL BEBEK YETİŞTİR


 "Boşanmak yerine birden fazla kadınla evlenin " dedi ya bir kendini bilmez...

Her şeyin başlangıcı ailede alınan eğitim ve bilgidir.
Bu kültürel bağlamda da geçerlidir.
Kız çocuklarının evliliklerine karşı yaklaşım babaerkil toplumlarda pek iç açıcı değildir . Çünkü kız evlat babaya itiraz edemez anlayışı vardır .
O nedenle kız çocuğunu istese de istemese de ne idiğü belirsiz bir kopukla evlendirmek kolaydır diye düşünülür...
Birden fazla kadınla evlenmek işte bu nedenle istenir. Kadına söz hakkı dahi verilmez.
Töredir, bilmem nedir denir...
Ki zaten bu anlayış doğru bir anlayış değildir. Lakin, evlat erkek ise iş değişir.
Toplumun bu anlayışını benimsediğimi söyleyemem.
Erkek evlat ne ise kız evlat da odur benim anlayışımda...
Kız evladın evliliğinde, evlendiği kişinin durumunu önceden sorgulamak lazım.
Hatta aile ve sülalesinin durumunu da.
El bebek gül bebek yetiştir.
Kopuğun biri ile evlendir.
Ömür boyu yüzü morarsın, kaburgası kırılsın.
Yok öyle şey.
Basına yansıyan haberlerde okuyoruz, her yıl onlarca kadın katlediliyor, kadına tekme tokat dayak atmayı marifet sayan beş para etmez adamlar tarafından...
Ya bir de birden fazla evlilikte ne olur?

4 Ekim 2025 Cumartesi

ARABACI


 Sıvası dökülmüş eğreti bir kulübe

Kerpiçten

İtiversen yıkılacak

İçerisi pişmiş ekmek, kapuska kokusu

Bir göz atsan etrafa

Orada saklı tüm gelecek

Kırbacı kemerine sokulu arabacı

Arabası gizem yüklü

Taşımakta gün boyu kır çiçeklerini

Çiğnenen duyguyu

Kaybolan umudu

Sonsuza taşınan hiçliği

An gelir

Kaybolur gökyüzü, tarlalar, insanlık

Kalır tek başına

Kahreden bir güzellik

Bulanık, hep öyle kül rengi.

 

(Hüseyin Güzel)