Birkaç
yıl önceydi. Tam olarak hatırlamıyorum. Önemli de değil aslında. Yaşam nehrinde
yaşananların tarihini bilsen ne olacak bilmesen ne olacak. Benzerleri sık
yaşanırken.
Her insanın bir kişilik yapısı vardır.
İçe dönük
olan var, moda deyimle asosyal olanlar.
Vurdukça
çok ses getiren, boş teneke misali olanlar. Lakin ahkâm kesmekte şapkayı
kaptırmayanlar bunlar. Asosyal olmayıp sosyal olanlar deniyor bunlara!
Olayları,
insanları ve insan davranışlarını yansıtan bir ayna vazifesi görürler.
Birde az
konuşan, düşünen, üretenler var. Bunlar çevre ilişkilerinde tutuk, tedirgindir
çoğu kez.
Ya tüm
yaratılarını kendilerine saklarlar.
Ya da
paylaşmayı severler.
Geçelim
bunları!
Dedim ya,
birkaç yıl önceydi.
Ankara’da
Kumru Sokağın müdavimi olduğum günlerdi. İşte o günlerden birinde;
Kumru
sokakta, yan yan dizilmiş apartman blokları arasında ne yönde estiği pek belli
olmayan tozla karışık sert rüzgâr mahalle sakinlerinin yakasını bırakacak gibi
değildi.
Her zaman
olduğu gibi yine üzerine birkaç kuşun konduğu çam ağaçlarıyla örtülmüş
banklarda yerlerini almışlardı.
Küçük,
alçak duvarlarla, çocukların gürültülü sesleriyle, kapıları paslanmaya yüz
tutmuş apartmanlarla çevrili parkta oturanlar, çoğunlukla kaderin kendilerini
soktuğu bu cenderede sessizce etrafı seyrederlerdi.
Gündemlerinde
geçmişteki anıları, köylerindeki yaşamları, sıkıntıları ve dertleri eksik
olmazdı.
Siyasal
gündemi irdelemek çoğu zaman “kaderci” yaklaşımlarla sonlanırdı.
Kimisi
Tokat’tan, kimisi Kırşehir’den, kimisi Çorum’dan, kimisi ise Çankırı ve
Kırıkkale’den gelmişlerdi.
Çankırı
sitelerinde yazı yazdığımı bilen Çankırılılar ise beni daha bir sevgi ile
karşılardı.
Çankırı’nın
Yapraklıdan Satılmış amcanın “hocam” diyerek bana yer göstermesi
ise hem içtenliklerinin hem de aldıkları yâran
kültürünün bir sonucu idi.
Çoğu
köyden kente göç ettiğinde uzun yıllar işçi olarak çalışıp emekli olmuştu.
O
yıllarda bu kadar sıkıntı çekmediklerini söylerlerdi.
Hele şu
bir iki yıldır sıkıntılarının iyice arttığından şikâyetçiydiler.
Çoğu
evlatlarının işini kaybettiğinden yakınır, evlatlarını ve onların çocuklarını
kendi emekli maaşlarıyla geçindirmeye çalıştıklarını söylerdi.
Kiradaki
çocuklarının yanlarına taşınmalarının sıkıntısı konuşmalarından anlaşılırdı.
Her biri
ayrı bir hikâyenin, ayrı bir sorunun kahramanıydılar… Hikâyelerinin ipuçları
ise konuşmalarında saklıydı.
Apartmanımızın
renkli simalarından Tokatlı memur emeklisi Recep amcanın oğlu çoktan babasının
yanında soluğu almıştı.
Evin
içine sığmayan eşyalar mutfak balkonuna yerleştirilmiş, rutubetten
etkilenmemesi için balkon taksitle pimapenciye kapattırılmıştı.
Yine de
bir kısım eşya haraç mezat eskiciye satılmıştı.
Bu durumu
kabullenemeyen gelin ise soluğu baba evinde almış, tüm yalvarma ve çabalara
rağmen açtığı dava boşanma ile sonuçlanmıştı.
İki
çocuğundan kız olanı kendi yanında oğlan ise babasının yanında kalmıştı.
Krizin
ağır yükünü Recep amca ve çocukları şimdilerde içlerine sindirmeye çalışmakla
meşguller.
Evlerinde
Doğalgaz sistemi ve kombi olmasına rağmen geçen kış odun yakmışlardı.
Yazın
mahalle aralarında topladıkları tahta parçaları ile ısındıklarını söylüyorlar.
Bu kış da
doğalgaz yakamadıklarını, Recep amcanın emekli maaşının yetmediğinden
yakınıyorlar.
Emekli
diye bedava dağıtılan kömürden de alamamıştı Recep amca.
Sen memur
emeklisisin demişlerdi belediyeye müracaat ettiğinde.
Recep
amca her yıl, mahalle aralarındaki inşaatlardan yavaş yavaş el arabası ile odun
kırıntısı toplamaya kışa hazırlık yapmaya başlardı yaz ucunu gösterdiğinde.
O
yıllarda apartmanda Recep amcanın yüzünde bir gülümsemeye tanık olan olduğunu
sanmıyorum.
En
azından güler yüzüne alıştığımız Recep amcanın gülümseyişine son zamanlarda ben
rastlamamıştım.
Ankara’dan
İstanbul’a taşınacağımı duyunca omzuma yaslanıp ağladığını hiç unutmam.
Sende mi
bırakıp gideceksin hocam demişti.
Dilimin
döndüğünce anlatmaya çalışmıştım mecburiyetimi.
Anlamış mıydı
yoksa öyle mi görünmüştü bilinmez.
Şu
sıralar Recep amcanın evinde tam 6 nüfus emekli maaşına bakıyor.
Zaman
zaman Recep amca beni çay içmeye davet ederdi. Bir yandan çayımızı içer, sohbet
eder; bir yandan da Recep amcaların evindeki yoksulluğa tanık olurdum.
Berat
yedi sekiz yaşlarında sevimli bir çocuktu.
Recep
amcanın torunu.
Babası
ise işsiz.
İş arıyor
ama…
Kapıların
yüzüne kapandığını söylüyor…
Elimde
yapabileceğim bir mesleğim yok hocam demişti boynunu eğerek.
Okumak
gibisi var mı hocam demişti.
Biz
okumadık cahil kaldık.
Şimdi de işsiz…
Berat
ayrılıktan sonra küçük kız kardeşini görmeyeli aylar olduğunu söylüyordu.
Söylerken
de ağlamaklı gözlerini dedesine dikip dudaklarını büzüyordu.
Dede ise
Berat’a bakmamak için gözlerini kaçırıyor.
Belli ki
içinden fırtınalar kopuyor.
Berat
küçük kız kardeşinin sivri çenesini, ışıltılı, akıllı gözlerini ve uzun siyah
örgülü saçlarını özlediğini söylüyor.
Bir de
geceleri annesinin anlattığı masalları…
Yumuşak
parmakları ile saçlarını okşayışı ise en çok özlediği şey…
Orada
olanlar bu dram karşısında donup kalıyor.
Berat’ın
durumu kimsede söz söyleyecek hal bırakmıyor.
Baba ise çaresiz.
Sararıyor,
kızarıyor, gözünü açmış sessizce olanları seyrediyor.
Elindeki
sigaranın hafifçe titrediği görülüyor.
Çaresizliğin
bir insanı ve bir çocuğu bu kadar etkileyebileceğine şahit olmak ne acı.
Bir lokma
ekmeğin aile yaşantılarını ne şekilde etkileyebileceğini görmenin çaresizliği
de bir o kadar üzüntü verici.
Arada bir
içimde oluşan sıkıntının sebebi bu mudur acaba diye düşünürdüm…
Kaderin
böylesine ne demeli?
Dünün
mutlu aile yaşamları bugün dramlara sahne olmakta…
Ana
babasını bir arada görmeye alışmış çocukların ana ve baba hasretleri ne zamana
kadar devam edecek?
Gözlerindeki
o ürkek bakışlar bunca acıya alışacak mı?
Ağababalarının
desteği ile sorunsuz yaşam sürenler bu çocukların dramlarını umursarlar mı?
Rant
kapısından nemalananlar, vergi vermekten kaçınanlar, kaçak işçi çalıştıranlar, devlet
kapısına kapağı atmak için “kart sahibi hamilimdir” referansları
ile dolaşanlar, kendisine ve çevresine krizin teğet geçtiği söylenenler,
şeyhler, şıhlar, baronlar, ağalar, ülke zenginliklerini peşkeş çekenler ve daha
niceleri, yaşanmakta olan bu dramlar sizlerin umurunda mı?
Var
saydığımız o vicdanınız ne zaman sızlayacak?
Yoksullukla
boğuşan bu vatan evlatları sizleri hiç mi ilgilendirmiyor?
Dahası
işsiz milyonların evlerinde her gün yaşanmakta olan dramları bilen var mı?
Ve bu
sessiz çığlık daha ne zamana kadar devam edecek?
Şu
günlerde arada bir Recep amcayla telefonla konuşurum.
Sesimi
duyunca sesi değişir.
O an
gözlerinin içinin güldüğünü bilirim.
Kişilik
yapıları önemlidir.
Recep
amcanın şikâyet ettiğini hiç görmedim.
O sadece
gözleriyle konuşurdu bu durumlarda.
Yoksulluğu taşıyamayanların varlığı da taşıyamadılarını çok gördüm. Recep amca gibi insanlar güzel taşır yokluğu da, varlığı da.
YanıtlaSilYorumun çok güzel gerçekten...
SilKatılıyorum.
Çok teşekkür ederim.
offfff ne diyeyim:(((öyle güzel anlatmışsınız ki ekleyecek bir şey yok:((( Recep amca şunu duymasın bari, duyup da üzülmesin..:
YanıtlaSil"Tayyip'in kızı Sümeyye babasının danışmanı olarak işe girmiş, 50.000 lira maaşla"
Bence de duymasın...
SilSümeyye ne iş yapıyor?
Danışman...
Bir danışmana bu kadar para ayda veriliyorsa ...
Ne diyeyim...
Recep amca ne desin?
Yorum için teşekkürler Müjde Hanım.
Ankara soğuk mu bu aralar?
Selam ve saygılar.
Bu iki gündür yağmurlu ama ılık, şöyle güzel kar da yağmadı hocam, benden de selamlar,saygılar
SilAnkara'nın iklimi artık o özlenen kar yağışlarına çok uzak Müjde Hanım Kardeşim...
SilSoğuklara dikkat etmek lazım bu havalarda.
Hocam, ben bu yazıyı geç okumuşum. Zamanında görüp okusaydım Berat'ın da Recep Amca'nın da kim olduğunu bilecektim.
YanıtlaSilÇook güzel anlatmışsınız görünen yoksulluğu. Herkes görür, ama bu kadar güzel anlatamaz.
Allah yardımcıları olsun. Sizin gidişinize üzüntüsünü de çok iyi anlıyorum. Benim yaşlı teyzem gibi.
Sevgi ve saygılarımla.
Berat halen ilkokulda öğrenci...
SilRecep amca bildik yaşantısına devam ediyor...
Yaşlı teyzenize geçmiş olsun diyorum...
O yalnız kadın sizin ilginizi benimsemiş sizi kızı gibi, evladı gibi görmüştür..
Yaşlılarımız, yoksulumuza, kimsesizlere Allah yardımcı olsun...
Her caddeye çıkışımda az biraz yürüdüğümde el açan o kadar yaşlı kadınla karşılaşıyorum ki...
Hangi birine her gün yardım edeceksin ki?
Sosyal devlet varken, olması gerekirken..