26 Şubat 2013 Salı

SEGREGASYON



Daver Darende “sirenler Çalıyor” adlı kitabında şöyle diyor. “Çağlar boyunca insanlar savaş yerine barışın, sevginin yerleşmesini beklediler. Oysa bu özlem günümüzde de gerçekleşmedi. Varsa yoksa hep savaş. Oldum olası savaşa hep karşı oldum, savaş filmlerini izlemekten, silah görmekten hep tiksinti duydum. Çocukluğumda askercilik oyununu oynamayı bile beceremedim. İkinci Dünya Savaşı’nın korkutucu günlerini yaşadıktan sonra savaşa karşı nefretim daha da arttı. Savaşların kazananı ve kaybedeni olmuyor. Suçsuz insanlar ölüme gönderilerek gerçek bir dram yaşanıyor. Çocuklarımızın beyinlerine, yüreklerine “savaş” sözcüğü yerine“barış” sözcüğünün yerleşmesini diliyorum"
Daver Darende I.Dünya Savaşı boyunca Irak’tan Galiçya’ya, oradan Sina Cephesine yıllarca savaşmış bir babanın oğludur. O,babasının şu sözlerini dinleyerek büyümüştür.
“Irak çöllerindeki savaştan sonra Galiçya’da, bize ait olmayan topraklarda savaşacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Emir emirdi. Birliğime ertesi gün katıldım. Silah arkadaşlarımın çoğu Galiçya’nın nerede olduğunu bilmiyorlardı. Anadolu neredeydi, Galiçya nerede?”
Almanya’nın emperyalist çıkarları ardında sürüklenen Osmanlının düştüğü durumun ders verici bir özeti!
20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar savaşlarla iç içe yaşamış bir toplumun evlatlarının savaş’a bakış açısını ve barış özlemini dile getiren bir yaklaşımdır sayın yazarın yaklaşımı.
Osmanlının son zamanlarında, ordusunun komuta kademesinin bir kısmını teslim ettiği ve güvendiği Almanya’nın Osmanlıyı getirdiği nokta
Sarıkamış örneğinde olduğu gibi tarih sayfalarında yerini almıştır.
Neki, günümüz Almanyasına baktığımızda Mölln kentinde 1992’de,Solingen’de 1993’te Türk vatandaşlarına karşı girişilen ırkçı kundaklama eylemleri tepkiyle karşılanmıştı. Henüz bu olaylara  analiz yapmaya fırsat bulamamışken bu sefer Ludwigshafen’de 3 Şubat 2008’de çıkan yangında dokuz Türk hayatını kaybetti. Bunun bir kundaklama olduğu konusunda söylemler devam ederken Alman içişleri bakanlığı tersini söyleyip önemli kanıtlara ulaştıklarını belirttiler. Tarihte Yahudi soykırımı gibi bir durumla karşı karşıya kalmaları, Almanların bu olaylarda ırkçılık yaklaşımının göz ardı edilmesi çabası içine girmelerine neden oldu aslında.
Almanya’da Şubat 2008 başından bu yana yakılan Türk evlerinin sayısı 20’yi geçerken, Alman başbakan Angela Merkel konuyu hala basit zabıta vakaları olarak görmekte ve yaklaşmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın Köln’de Türklere yaptığı konuşmada “asimilasyon insanlık suçudur” şeklindeki açıklaması Alman siyasetinde ve toplumunda gerginlik yarattı, bu cümleden pek de hoşlanmadılar. Oysa bir İngiliz turiste tacizde bulunduğu iddiası ile yargılanan Alman genci Marco’nun Antalya’da tutuklu kaldığı sürede Alman medyası konuya uygarlık çatışması söylemi ile yaklaşmıştı. Ve Türkiye’de insan hakları ihlâllerinin devam ettiğini iddia etmişti. Almanya’da Türklere yapılanlar ise Alman başbakanına göre birer zabıta vakaları idi(!).Kendini haklı başkasını haksız çıkarmak bu olsa gerek(!).
Neki,” hümanizma, insanı insana karşı getiren düşünceyi reddeder, insanı insanla yan yana, omuz omuza getirmenin çabasını verir. Avrupa bu mücadeleyi Ortaçağ’da verdi. Tarih, Bruno’nun yakılmasına, Campanella’nın hücreye atılmasına, Galilei’nin kendini yadsımaya zorlanmasına tanıklık etti…” etmesine de tarihi doğru okumak ve yorumlamak, sağduyu çerçevesinde soğukkanlılıkla olsa ve tarihten ders alınsa zaten bu olaylar olmayacak…
Oysaki 1960’lı yıllarda başlayıp 1970’li yıllarda üst noktaya tırmanan işçi akını ile Türkiye, Yunanistan, İtalya, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerden binlerce insan Almanya’ya yerleşmişti. Almanya, iş ve daha iyi yaşam koşulları umudu ile başlayan göç olgusunu uzun yıllar sonra ancak 2001 yılında  kabul etti.
Bu zaman zarfında ise "alman makamları Türk işçilerinin pasaportlarına bir mühür bastı. Bu mühürde kullanılan ifade ise Türklerin belirlenen yerleşim birimleri dışında başka bir yerde yaşamlarına izin verilmemesi şeklindeydi. Burada amaçlanan Türklerle Almanların karşılıklı etkileşime girmeden yaşamalarını sağlamaktı."Bu konuda zaman zaman Türk sineması da yaptığı filmlerle gerçeği ortaya sermeye çabaladı. Almanya’da ki Türklerin yaşamlarını dile getirmeye çalıştı.
Ne var ki, gerçekte ise yakın zamana kadar Almanya’nın “entegrasyon ve asimilasyon” politikalarını değil, ”segregasyon”,yani  “dışlama politikalarının” uygulandığını göstermektedir. Bu yaklaşımı ile Almanya iş umudu ile ülkesine gelen göçmenlerin, onların ailelerinin ve çocuklarının eğitimi ve istihdamı ile de çok fazla ilgilenmedi.
20.yüzyılın geride bırakılıp 21.yüzyıla girildiğinde Almanya’nın çeşitli kentlerinde gök kubbenin altında yer sarsıldı, ayrıldı, kavuştu…
Gözyaşımız gözümüzde buz tuttu.
Alışık olmadığımız coğrafya şartları, yaşam tarzı, kültürü insanımızı “acı vatan Almanya” da korumasız hale getirdi. Hafızasızlık toplumların en büyük düşmanlarının başında gelir. Bir toplum geçmişi ile bugünü arasında yeterli bir bağ kuramadığında, tutarsızlıklara ve yapılanlara karşı tavır almaktan aciz hale düşer.
Almanya Avrupa’nın tam da orta yerinde yer alan bir ülkedir. İnsanlarının diğer AB ülkelerinin bakış açısını benimsemesi normal bir yaklaşımdır onlar için. Hâlihazırda Alman yetkililerinin Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusuna bakışları başta başbakanları Angela Merkel’in söylemlerine bakılırsa pek de olumlu değildir aslında…

8 yorum:

  1. Teşekkürler Hüseyin hocam ciddi gerçekler sergilenmiş yazınızda..

    Selamlar sevgiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Buzdağının görünen yüzünün çok az bir kısmı bu Tufan Bey...
      Teşekkürler.
      Sevgi ve selam bizden.

      Sil
  2. "Bir toplum geçmişi ile bugünü arasında yeterli bir bağ kuramadığında, tutarsızlıklara ve yapılanlara karşı tavır almaktan aciz hale düşer."
    bu günde bile kendi ülkemizde de başımıza gelenlerin baş sorumlusu bu cümlede gizli...Emeğinize sağlık Hüseyin Hocam..
    selam ve saygılar,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen haklısın Hanife Hanım...Olan bitenleri iyi algılamak ve yorumlamak lazım.
      Selam ve saygılar.

      Sil
  3. Aslında biz vaz geçtik desek girmek istemesek de birer ikişer ayağımıza gelseler. Ne bu yaklaşımı hak ediyoruz nede ihtiyacımız var onlara.. Şuna bak batmakta olan kıbrıs rum kesminden tut yunanistana kadar birlikte biz bekleye..
    Güzel bir konuya değinmişsiniz Hüseyin Bey. Teşekkürler..
    Çok uzak kaldım, ve yavaş kusura bakmayın. okumada yorumlamada yazılarınızı..
    İyi haftalar dilerim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende kimi arkadaşların yazılarını ya geç okuyorum. Ya da okusam bile bazen yorum yapmıyorum. Lakin mutlaka okuyorum. Özellikle sayfamda kayıtlı olan bloğ arkadaşlarımı mutlaka okuyorum. Çünkü yayınladıkları yazılar anında sayfamda gözüküyor.
      Güzel bir dilek sizinkisi. Elbette katılıyorum ve size hak veriyorum. Keşke biz gitmesek de onlar gelseler. Roller değişse keşke.Efendim iyi haftalar diliyorum.
      Saygılarımla.

      Sil
  4. Keşke ülkemizde herkese yetecek iş olsaydı da, böyle gurbet ellere kimse gitmek zorunda kalmasaydı, bizim ailede de çok var orada yaşayan...:( bir öğretmenim başkasının ülkesinde ikinci, üçüncü sınıf vatandaş olmaktansa, kendi ülkemde birinci sınıf vatandaş olmayı tercih ederim demişti ben de aynı fikirdeyim..
    savaşlara gelince hocam kim ister? ama öyle büyük oyunlar oynanıyor ki, vatandaşa soran mı var? ben daha doğmadan babam Kore'ye nasıl gitmiş?:( ne kadar çok Türk şehit vermişler..Kore nere?:((((yazık.....şimdi de umarım Suriye'ye gitmeyiz..
    elinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Müjde hanım kardeşim.
      Ne diyebilirim ki.
      Çok teşekkürler.

      Sil