Yaşam mücadelesinde “bu da olmaz artık“ dedirten olayların
yanı sıra; başkalarının duygu ve düşüncelerine, kendi yetersiz düşünceleri
nedeniyle karşı çıkamayan, sonuçta algı yanılsaması yaşayan; diğerinin
düşüncelerine yenik düşen; kişiliği gelişmemiş, yetersiz; yeri ve zamanı
gelince de “sap” gibi ortada kalan;
ne yapacağını bilemeyen; yaşamı başkaları tarafından dizayn edilmiş, şekil
verilmiş insanlara da rastlamak şaşırtıcı değildir.
Bunlar ne yazık ki “beyinleri” yerine “bıngıldaklarıyla” düşünmeyi ilke edinmişlerdir diye düşündü Mehmet
amca. Budakların Hasan tam da bu durumdaydı işte. Başka türlüsü olabilir miydi?
Bir insan bir diğerinin hayatına nasıl kıyabilirdi yoksa? Vicdanlı olan, kendi
beyniyle düşünen, insana saygısı olan her daim oturmasını, kalkmasını,
konuşmasını bilmiştir. Belli ki Hasan günlerce belki de aylarca birileri
tarafından doldurulmuş, bilenmişti. Perde gerisinde, duvar diblerinde duranlar işlerini
başkalarına havale etmeyi meslek edinmişlerdir. Düşünmekten, insanlıktan aciz
zavallıları kullanmışlardır.
Keşke o duvar diblerini mesken
edinenler; çıkarı için başkasının alın terini kullanmaktan çekinmeyenler;
başkasını kullananlar vicdanlı olsaydılar. Varlıklı olmalarına rağmen,
kılıkları da zengin olsaydı, ceketlerinde, yeleklerinde, gömleklerinin
kollarında yağ ve kir lekeleri olmasaydı. Keşke pantolonları yamalı olsaydı da
lekeli olmasaydı. Keşke çıplak ayaklarında bir tek terlik olsaydı da vicdanlı olsalardı.
Merhamet yerine, insanları horlayıcı bakışları olmasaydı. Keşke fakir olsalardı
da korkunç ve tehlikeli olmasalardı. Çünkü vicdansızlığı yaptıran onların
varlıklarıydı. Mehmet amca bu düşüncelerle dışarının serin ve sihirli akşamını bırakıp
kendisini evinin bahçesine attı. Kıyıda köşede bulunan çiçeklere, ağaçlara
baktı. Dipleri kurumuş olanlara su döktü. Üzüm asmasındaki yapraklara
gülümseyerek baktı. Çam ağacının yeşilinden gözünü alamadı. Akşamın
karanlığında ağaç dallarına tüneyen serçelere ilişti gözleri.
Yüreği yanıyordu. Karmaşık
düşünceler içinde ayakta dengesini zor sağlıyordu. Olan bitenleri hatırlamak, onu
acı verecek derecede heyecanlandırıyordu. Yaşanan şu acı dolu son günleri bir
türlü aklından çıkaramıyordu. Okul müdürünü çok sevmese, saygı duymasa yaşanan
acı olayı anlatmaz, tekrar yüreği yanmazdı.
Aylar önce bir sohbet sırasında
söylediği şu sözler geldi aklına:
“Gençlik taze filiz açmış bahar dalı gibidir. Pırıl pırıl, taze ve
yıpranmamış renkleriyle göz kamaştırır. Yüreğin kuş gibi hafiftir. Pek bir şey
düşünmek istemezsin, sonsuza dek öyle kalacak sanırsın. Ama bahar çabuk geçer,
taze yaprakların, dalların suyu çabuk çekilir, çiçekler çabuk solar. Taze olan
sararır, buruşur, geriye kuru bir dal bir yaprak kalır.”
Yaşananlar sözünün ne derece
doğru olduğunu bir kez daha öğretmişti ona. Kızı Zeynep’i hatırladı bir an. O
genç fidanı kendi elleriyle bir azap çukurunun içine itmişti.
İnsanlar korkuyor diye düşündü.
İnsanlar birbirinden korkuyor. İçgüdülerin verdiği bir korku. Korkan
insan tedirgin olur. Ne yapacağı belli olmaz işte. Yoksa bunca acı ve hüzün
veren olaylar neden olsundu ki? Yoğun duygular içinde olan Mehmet amca bir an
bahçe kapısının açıldığını duyar gibi oldu. Sessizce o tarafa yöneldi. Bahçe
kapısı kapalı duruyordu. Derin derin içini çekti. Gözleri ağırlaşmaya, ayakları
bedeninin ağırlığını çekmemeye başlamıştı. Evin kapısına yöneldi. Kapı
gıcırdayarak açıldı. Mehmet amca kendini sedirin üzerine külçe gibi bıraktı. Kızı
Zeynep'i düşündü şimdilerde ne yapıyordu acaba?
Yorumumu bir şiirle yapmak istiyorum Hocam,
YanıtlaSil"seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın, sözün, türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın"...
Ölüm bırakıp giden için belki kurtuluş, lakin kalan için ise sonu gelmez acı, hüzün ve özlem...Acı olan gidenin geride bıraktıkları anılar asıl insanın içini acıtan.
Hocam kendinize has üslubunuzla çok güzel ifade etmişsiniz. Emeğinize sağlık, kaleminiz ve batıda on yıl hikayeniz daim olsun.
Saygılar,
Güzel ve duygulu bir şiir. Çok teşekkür ediyorum Hanife hanım. Yıllar öncesi olayları anlatmak çok zor aslında. Kimi olayları edebi bir dille harmanlamak emek isteyen bir süreç. Güzel dileğin için teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
Silfakir olsa ama merhametsiz olmasalardı diye düşünmüş ya...Osman Pamukoğlu paşanın bir lafı var aç insandan erdemli davranmasını beklemeyin diye, tüm yoksul insanlar bir değil, aynı değil tabii ama yoksul, fakir insanlardan günümüzde korkmaya başladım ben...yoksulluktan erdemli şekilde kurtulmak yerine çalıp, çırpmak, komşusunun bileziğine göz dikmek, halasının altınlarına konmak için her cinayeti işleyecek yapıdalar:((her gün gazetelerin 3. sayfalarında görüyoruz bu tür insanlar:((( Batı'da On Yıl...elinize sağlık..
YanıtlaSilYorum için teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
SilEvet "batıda On Yıl" devam ediyor.