Şoförün verdiği sıcak çayı içmeye
başladı. Gece ayazında üşümüştü. Sıcak çayla birlikte içi ısınmaya başladı. Poğaçalara
elini sürmedi. İçinden bir lokma bir şey yemek gelmiyordu. Oğlu vurulduğunda üzerinde ne varsa onunla taksiye binmişti. Bayram telaşında terlerim korkusuyla
kalın giysiler giymemişti. Yola çıkmalarından bu yana içinde büyük bir hüzün
vardı. Şartlanmışlıkları bir anlayabilse, belki, olan bitenleri daha gerçekçi
bir gözle görecek, olmaz dediklerini, daha değişik yüzleriyle tanıyıp, olan
biteni daha iyi anlayacaktı. Anlam veremediği duyguların baskısı altında
kaldıkça, kederi artıyordu.
Morali bozuk, benzi uçuktu. Bahçede
beklerken, Recep babasıyla az sonra gelir diye düşündü. Burhan’ın öldüğünden
henüz haberdar değillerdi. Ölümü kabullenmek kolay olmayacaktı onlar için.
Recep kardeşini çok seviyordu. Onu her yerde gözü gibi korumuştu bugüne kadar.
Olayın olduğu gün çeşmenin yanındaki geniş alanda bulunmaması bayram
nedeniyleydi. Yoksa kardeşiyle her daim yan yana olurdu.
Aradan fazla zaman geçmedi oğlu
Recep ile babası çıkageldiler. Yüzlerinde endişeli bir bekleyiş vardı. Hastane
bahçesinde ananın yanına gitmeden önce şoför onları karşılamıştı. Beraberce
ananın yanına gittiler. Ana perişan bir vaziyette oturuyordu. Yüzü kireç gibi
bembeyaz olmuştu. Gözlerini yerden kaldırmadan susuyordu. Recep sorgulayan
gözlerle bir anaya bir şoföre baktı. Şoför gözlerini kaçırdı, uzaklara bakmayı
yeğledi. Neler oluyordu. Yoksa kardeşi hakkın rahmetine mi kavuşmuştu. Recep bu
düşünceyi çarçabuk kafasından attı. Olamazdı böyle bir şey. Mümkün değildi. O
dağ gibi kardeşi ölmüş olamazdı. Tekrardan sorgulayan gözlerle anaya baktı. Ana
kaya olmuş kıpırdamıyor, tek bir ses vermiyordu. Bunun üzerine Recep olduğu
yere yığılıp kaldı. Neye uğradığını bilmeden feryat figan gözyaşlarına boğuldu.
Onu öyle gören babanın gözlerinde yaşlar sel olup akmaya başlamıştı. Ana da
hıçkırıklarla ağlıyor ağıtlar yakıyordu. Şoför çaresizdi, eli koynunda
ağlıyordu.
Ağladılar ağladılar. Ağladıkça
gözyaşları sel olup aktı. Büyük bir yürek acısı ve hüzün vardı. Taş olan insan
yüreği bu duruma dayanamazdı.
Ana Recep’in feryatları üzerine, bu
olay kalıcı bir durum yaratmamalı diye geçirdi içinden. Bir tek oğlu Recep
kalmıştı artık. Onun da bir musibete bulaşması doğru olmazdı. Kan davası iyi
bir şey değildi. Süloların Hasan’ı ya da bir başkasını öldürmek oğlunu geri
getirmezdi. Elde bir tek ölmek vardı artık, öldürmek değil, yaşatmak vardı.
Vicdanları kurumuşlarla neyi değiştirebilirdin ki? Vicdansız olmasa bir insan
bir canlının yaşamına bilerek ve isteyerek son verebilir miydi?
Toplum eskisi gibi değildi artık.
Kimse kimseye güvenemiyor bu devirde diye içinden geçirdi. Güvenilecek bir tek
hukuk vardı. Hukuk gereğini yapar diye düşündü. Sahi yapar mıydı? Oğlunun
yaşamına son veren Süloların Hasan’a gerekli cezayı verir miydi? Bu ülkede
hukuk da haksızın yanında yer alır mıydı? Bekleyip görecekti bunu. Huzurun sağlanması
için çoğunluğun yanında olmak yetmezdi. Çoğunluğun ve güçlünün yanında,
azınlığın haklarını savunmak da gerekmekteydi. Anlatılanlardan hatırlıyordu.
Koca koca devletlerde çoğunluğun oyunu alıp iktidara gelenler, gün gelmiş,
iktidarlarını kaybetmişlerdir. Demek ki haksızlık doğru bir şey değildi.
Oğlu yaşamını kaybetmişti. Buna
rağmen intikâm duygusu içinde olamamaları gerektiğini biliyordu. Kin ve intikâm
duygusuyla bir yere varmanın olanağı yoktu çünkü. Bunun bir adım ötesi mezardı.
Oğlunu toprağa verdikten sonra ağaçların, çiçeklerin, toprağın olduğu yerde hiç
durmadan yaşamlarına kaldıkları yerden koşarak devam etmeliydiler. Recep’in
geleceği buna bağlıydı. Onunda heba olmasına müsaade edemezdi. Oğlu yerine
artık toprak vardı, ağaçlar, kuşlar vardı, çiçekler vardı, o çok sevdiği
koyunlar vardı. İnsanlık vardı.
Öyle insanlar vardı ki suçsuz yere
mapushanelerde yatan. Ve yine öyle insanlar vardı ki yaptıkları yanına kâr
kalan. Ona göre Süloların Hasan suçluydu. Bir canı almıştı. Cezasını
çekmeliydi. Yaşam hakkının kutsal olduğunu herkesin kabul etmesi lazım. Yargıçların
da bu yönde tavır koyması lazım diye düşündü. Ölen bir insandı. İnsan olanın
vicdanı sızlar. Unutup gideriz, üstünü örter, bakarız diye düşünmemeli. Masal
dinlemesini, erken yatıp geç uyanmasını bilen bizler yaşamın kutsallığını
unutmamalıyız. Kan tüccarlarının, kan dökücülerin etrafımızı mesken tutmasına müsaade
etmemeliyiz. Ölümden yana değil, huzurdan ve barıştan yana olmalıyız. Yaşamın
renklerinin açmasından yana olmalıyız. Yaşamımız kanlı bir bulmacaya
dönüşmesin. İçini çekti. Yaşlı gözlerle bir oğluna bir eşine baktı, hıçkırıklar
boğazında düğümlenmiş, sözcükler dilinde acı bir ağıda dönüşmüştü.
Ben olsam kesinlikle oğlumu öldüreni öldürürüm diyeceğim ama iş kan davasına döner. Kanunlar her zaman güçlüden yana işliyor, adalet sistemimize güvenmek saflık. Son söz; İntikam soğuk yenen yemektir.
YanıtlaSilHaklısın "intikam soğuk yemeğe benzer" benzetmesiyle...
SilBenzer düşünceyi paylaşıyoruz...
Burhan vurulalı 17 yıl oluyor tamı tamına...
Bu süreçte kan davası düşüncesiyle...
Ölenin tekrardan getirilememesi nedeniyle mi dersin...
Yargı sürecine razı oldu ana...
Tam 17 yıldır göz yaşlarını akıta akıta...
O her zaman der ki...
oğul "kin tutmak yüreğe yüktür"...
Sakın ola kin tutmayasınız...
Ana şimdilerde artık iyice yaşlandı...
Hastalıklar bir yandan...
Oğul acısı diğer yandan...
Acı çekiyor...
Hüzün çekiyor...
Geçen kış eşini de kaybetti ana...
Tek başına, lakin diğer evlatları çok yakınındalar onun...
"adalet sistemimize güvenmek saflık" diyorsun...
Lakin başka ne yapıla bilirdi ki?
adalete güvenmekten başka.
Saygılar. Teşekkürler.
Kan davasinin icerisinde olanlar ileriyi dusunebilseler zaten kan davasi diye birsey olmazdi.
YanıtlaSilHaklısın.
SilLakin doğru olan
Kan davasına dönüşebilecek bir ortam yaratmamak.
Saygıyla Şule hanım.
Merhabalar Hüseyin Hocam.
YanıtlaSil"Kin utmak yüreğe yüktür" sözüne katılıyorum. Ama bu acıyı da unutturacak ve yüreğe hatırlatmayacak birşeyler lazım. Unutulmadığı zaman bu acı kine dönüyor ve yüreğe de yük oluyor. Bu acının kine dönüşmemesi için unutmak gerekiyor ve unutmak için de çok büyük bir yürek istiyor. Cenab-ı Allah'tan niyazımdır, kimseye böyle bir acı ve musibet yaşatmasın. Çok zor!..
Kalemine ve yüreğine sağlık ve mutluluklar dilerim.
Merhaba Recep Bey.
SilGörüş ve düşüncelerinize katılıyorum.
Yürekli olmayan zaten sorun yaratmaya adaydır bence.
Selam ve saygılarımla.
Öncelikle sayın Recep Altun gibi ben de Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın diyorum.
YanıtlaSilBen hiç bir zaman intikam duygusu taşımadım yüreğimde. Başıma gelse ne yapardım biliyor muyum?
Hayır, ama kesinlikle bir insanın canını almazdım. Ölünceye kadar onun yürekteki yükünü taşımaya dayanamazdım.
Hocam saygılarımla.
O duygu insanın yüreğine çöreklenmesin bir kez.
SilLakin,
Çevre ve insan faktörü; eğitim ve kültür faktörü; düşünce ve yargılama faktörü...vs. o anı ya da gelecek anı etkiliyor.
Misal ben;
İçimdeki hasreti yazarak gideriyorum.
Biliyorum ki giden geri gelmeyecek...
Devam ettirsek belki de bir sevdiğimiz daha gidecek...
Selam ve saygılarımla Nurten hanım.
Hüseyin Hocam, toplumda Recep'in annesi gibi, yüreği kor gibi evlat acısı ile yanarken yine de sağ duyuyu elinden bırakmayan,aklı selim iradeli insanların varlığı belki bizi daha kötü olmaktan kurtarıyor. Keşke bu insanların sayıları artabilse hak hukuk yasalar gereği gibi işleyecektir. Yüreğinize, kaleminize emeğinize sağlık. Hüzünlü bir yazı idi. Saygılar.
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum bu güzel yorum için Hanife hanım.
SilSaygılar.