24 Ağustos 2013 Cumartesi

YAZGININ BUYRUĞUNA KARŞI KONULMUYOR


Karmaşık duygular zihnimi alt üst ederken güneşin yakıcı etsinden uzaklaşmak için az ileride bulunan meşe ağacının gölgesine sığındım. Geniş ve sık meşe yaprakları arasında yer bulamayan yakıcı ışınlar uzaklaşmıştı. Gölgeyle karışık serin yel hafif hafif saçlarımı dalgalandırmaktaydı. Bahçede oynayan çocuklara baktım bir süre. Ne de masumdular. Hiç bir gaileleri yoktu bu yaşta onların. Saf ve temiz yürekleriyle koşuşturuyorlardı. En çok rağbet ettikleri de ya top oynamaktı ya da ip atlamaktı.
Bahçenin uzak köşesinde sesler yükseliyordu. Bir sürü çocuk el çırpıp şarkı söylüyordu. Dikkatli dinleyince ezgiyle sözler belirginleşiyordu. Şarkıyı söyleyen çocuklara doğru baktım uzun uzun. Şarkıdan çok Anadolu'nun bağrından kopup gelen ve bizleri, Anadolu insanının hasretlerini, sevdalarını, aşklarını, yaşamlarını anlatan türküleri severdim. İstedim ki biri de çıksın yanık bir türkü söylesin. Söylesin ki yerinde duran mendili elime alıp gözlerimi sileyim. Mendili ıslatayım. Tıpkı yıllar önce Ankara otobüs terminalinde televizyon ekranlarında türkü söyleyen türkücüye bakıp elindeki ayakkabı boya sandığıyla bir kenarda durup hıçkıra hıçkıra ağlayan ve gurbette yanıp tutuştuğu sıla hasretine ağlayan yaşlı amca gibi.
Şarkı söyleyen çocukların sesleri kesildiğinde ağır bir yük omuzlarıma binmişçesine kendimi yorgun hissetmeye başladım. Hiç bir şey söylemeden, kendimden beklenmeyen bir çeviklikle sudan yeni çıkmış iri bir balık gibi, zikzaklar çizerek geldiğim yöne yani kahvelerin olduğu meydana doğru yürümeye başladım. elimden geldiğince de göz ucuyla etrafı izliyordum.
Sonrasında olduğum yere çakıldım kaldım. Koca meydan birkaç dakikalığına derin bir sessizliğe gömüldü.
Bir an uzaklaşmayı, kasabayı, meydanı bir daha hiç görmemeyi aklımdan geçirdim.
Lakin yazgının buyruğuna karşı konulmuyor.
Sanırsın görünmeyen bir el beni çağırıyor, seni kim çağırıyorsa git diye ittiriyordu.
Mehmet amcanın bilge kişiliği, Recep ve Altay'ın candan arkadaşlığı her daim güvenebileceğim birileri olduğunu hatırlatırdı bana. Mehmet amca ne yapıyordu acaba? O çok sevdiği üzüm bağındaydı muhakkak şu sıralarda. Canı sıkıldıkça bağa gider, üzüm hevenklerini elleriyle okşar, yan yatmış bağ çubuklarını usulca doğrulturdu.
Doğa güzellikleri ve insan ilişkilerini, çoğu kez küçük kasabalardan kentlerden yana koymuştur. Çünkü küçük kasaba ve kentlerde yaşayanlar birbirlerini tanırlar.
Kaldı ki küçük kasaba ve kentlerin yaşam ritimleri çok hızlı olmadığı için, etrafın güzelliklerini rahatça içinize sindirebilirsiniz. Mehmet amcanın sıklıkla bağa gitmesi, doğayla kucaklaşması bundan olsa gerekti.

Mehmet amca "Sanatçı toplumun ve insanın özünü kendi nabzında kendi yüreğinde duyan insandır. Ve bu duyguyu  çocukları küçük yaşta eğiten ve topluma bilinçli ve sağlıklı bireyler olarak kazandıran sizlerde yüreğinizde duyarsınız. O nedenle bulunduğunuz yörede olan bitenleri izler, kimi zaman üzülür kimi zaman sevinirsiniz. Yani toplumu kendi diliyle yansıtırsınız" derdi.

6 yorum:

  1. Mehmet Amca çok doğru söylemiş...Keşke şuan sanatçı dediğimiz o kategoriye aldıklarımız, aydınlarımız bazı konularda hassasiyetlerini kaybetmeseler. Tavırlarını halktan yana kullanabilselerdi.
    Emeğinize yüreğinize sağlık Hüseyin Hocam.
    Ailenizle ve sevdiklerinizle birlikte gönlünüzce br hafta sonu geçirmenizi diliyorum.
    Selam ve saygılarımla,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tavırlarını halktan yana kullanan sanatçılar olduğu gibi kullanamayan ve rant peşinde koşan sanatçılarda var Hanife hanım ne yazık ki. Oysa sanatçı halka rağmen yoktur. Sanatçıyı sanatçı yapan da halktır. Sırtını dayadığı ya da dayamaya çalıştığı kiş/ kişiler sanatçıyı sanatçı yapamaz. Sanatçı yaptıklarıyla vardır. Saygıyla. Teşekkürler bende size ve ailenize iyi bir hafta sonu diliyorum.

      Sil
  2. Good evenig to you and good work on your interesting blog.

    YanıtlaSil
  3. güzel bir hikaye..bende severim böyle kısa hikayeleri..ama şu sıralar hiç okumuyorum..sorunlar bırakmıyor,okutmuyor..neyse elinize sağlık hocam..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sorunlar her zaman vardır. Yaşamın bir gerçeğidir. Ben de okumak için zaman bulamamaktan yakınıyorum sizin gibi . Lakin, yine de günde belli bir süre okumaya zaman ayırmaya çalışıyorum. Bir de yazmak için zaman. Eh işte zaman bize biz zamana itiraz ediyoruz böylece.
      Teşekkürler Bilge Dünyamız. Saygıyla.

      Sil