4 Haziran 2013 Salı

SOĞUK BİR KASIM SABAHINDA -2


Hepsinin de hikâyesi aynı. Birinin yaşamı diğerinden farklı değil. Genelde hayvansal ürünleri ve dağlarda toplanan otları yediklerini söylüyor Allahverdi amca. Söylenenleri başıyla onaylıyor Kudret amca. “Çünkü” diyor “yiyecek başka bir şeyimiz yok”. Kahvede ilk dikkatimizi çeken çayı çok fazla içmeleri oldu. Sorduğumuzda, “bizler alışmışız” dediler gülerek. “Soğuk havalarda çok çay içeriz. İçimizi anca ısıtırız.” Çayı kıtlama dedikleri yöntemle içtiklerini söylediler. Çay şekerini bardağa atıp çayın içinde eritme yerine şekeri, dillerinin kenarına yerleştiriyorlar. Bir kesme şekerle beş altı bardak çay içiyorlar böylece. Cala’da kaldığımız sürece ne ben ne de Meriç bir türlü alışamadık kıtlama çay içmeye.
 Hamza Dayı ak düşmüş sakalını elleriyle sıvazlayıp anlatmaya başladı, o kısacık dinlenme anında. “Bakın hocalar” dedi gülümseyerek. Biz de meşhurdur “kıtlama” çay içmek. Kaşlarımızı çatıp, dudaklarımızdaki gülücüğü gizlemeye çalışarak dinlemeye başladık Hamza Dayıyı.
“Zamanın birinde “diye başladı anlatmaya. “Zamanın birinde Erzurum köylüklerinde bir tanıdığının yanına gelen misafire çay ikram ederler. Adam ne bilsin. Ortaya konan şeker tabağından iki şekeri alıp çay bardağına atar.”
“Eee” diye gülmeye başladı Binali Karadağ.
Hamza Dayı bu. Zamanın acımasızlığına yıllarca dayanmış da “ah” dememiş.
Kahveci Binali’ye dönüp  “Bizim insanımız budur işte. Dinlemesini bir türlü öğrenemez!”
“Ev sahibi sesini, çıkarmaz misafire. İkinci çay doldurulur bardağa. Adam yine tam iki şekeri bardağa atacakken, ev sahibi adamın bileğinden yakalar.”
“Dur der” hışımla adama.
“Adama şaşkın kalakalır bir anda.”
“Valla gardaş” der ev sahibi “misafirine”. “Bizim burada çay bardağına şeker atıp karıştırmazlar. Çayı senin içtiğin gibi içmezler. Bak göstereyim sana diyerek şeker tabağından aldığı bir şekeri dilinin altına yerleştirir. Sonra da çayını yudumlar. Adam dikkatlice ev sahibinin yaptıklarına bakar.”
“Olur” der.” Madem öyle ben de sizin gibi yapayım bari”.
“Adam başlar çayını içmeye. Bir yudum çay bir şeker, bir yudum çay bir şekerle çayını içer. Ev sahibi iyice sinirlenir, kızarır bozarır. Çay tabağında şeker gitti gider derken. Üçüncü bardak çay gelir. Adam tam şekere uzanacakken, yine adamın bileğine yapışır ev sahibi.”
“Adamcağız şaşkınlıkla ‘ne oldu gene’ der.”
Ev sahibi gülerek “vallahi lazim” der. “Sen gene bildiğin gibi iç.”
Hamza Dayının anlatımına kahvede bulunanlar hep birlikte güldük. Böylece Cala’da çay içmenin de adabını çaktırmadan bize anlatmış oldu Hamza Dayı.
Kahveci Binali Karadağ on yedi on sekiz yaşlarında güler yüzlü biriydi. Saf fakat zararsız küçük bir kardeşi vardı. Babasını küçük yaşta kaybetmişlerdi. Bu durumda da Binali’ye çalışmak düşmüştü. Cala’ya alışmaya başladığımız günlerde okul çıkışlarında soluğu Binali’nin kahvesinde alırdık. Çünkü “gideceğimiz, soluklanacağımız” başka bir yer yoktu.
Coğrafi olarak ücra, ekonomik olarak yoksul olan bu bölgede yaşam sert iklim koşulları nedeniyle zorlu geçmekteydi.
Binali’nin kahvesinde Hamza Dayı’nın anlattıkları bir ömrün, yaşanmışlıkların yansımasıydı. Öylesine içten, öylesine yalın. Hamza Dayı’yı dinlerken soğuğu da, çevrenin zorluklarını da bir an unutmuştuk. Meriç gözlüklerinin üzerinde bana “artık kalkalım” dercesine bakıyordu. Saate baktım. Cala’ya geleli epey olmuştu. Minibüsçü Aliyar çoktan Çıldır’a gitmiş, belki de istirahata çekilmişti.

Hamza Dayı ve diğerlerine okulun yolunu sorduk. Henüz okul açık olmalıydı. Bir an evvel okula gidip nerede geceyi geçireceğimize karar vermeliydik. Cala’da “ne bir konuk evi “ ne de “köy odası” vardı. Hamza Dayı “yok evlat” demişti. “Bizim köyde” o dediklerini arama. Bu durumda tek çare kalıyordu. Köyden birine misafir olmak. Çünkü “ne kalacak bir yerimiz” ne de “yatacak bir yatağımız” yoktu. Bu durumda yapabileceğimiz, yatak ve ranza satın alabileceğimiz tek yer Kars’tı. Oradan da yeni gelmiştik. En azından yarına kadar bu geceyi geçireceğimiz bir yer bulmalıydık. Akşam yaklaştıkça, gün evrildikçe geceye “ayaz” dayanılmaz olmaya başlamıştı.

6 yorum:

  1. Birincisini zevkle okuduğum bu anlatınızı bir iki gün sonra yine aynı zevkle okuyabilmek dileği ile şimdilik iyi kandiller hüseyin Bey.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim VuslaT. Size de iyi kandiller.

      Sil
  2. :))))bir yudum çay, bir şeker, bir yudum çay, bir şeker çok güldüm:)))))yine bildiği gibi içmesini söylemekte haksız değillermiş rahmetli annem de bilirdi bu kıtlama çay içmeyi çünkü ben daha ilkokula başlamadan Erzurum'a çıkmış babamın tayini...orada alışmışlar...:)çok keyifle okudum hocam teşekkürler:) ölmeden Erzurum'u bir kez daha görmek çok istiyorum...havası, dağlarındaki dudye denen hoş kokulu çiçeklerini hala unutmadım..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim yorum için Müjde kardeşim. Umarım Erzurum'u bir kez daha görürsünüz. Saygılar.

      Sil
  3. baktı şeker bitti bitecek koyverdi misafiri kendi bildiği yöntemin işleyişine. At içine çayın yoksa bitecek şeker:)

    Köyler konukseverdir Hüseyin bey, sererler biri bir döşek. Koymazlar ayaza..

    Devamını bekliyoruz. Selamlar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın elbette. Konukseverdirler. Anlatılan da bir meseldir zaten. Saygılar.

      Sil