Deneyimsizlik
ve yöreyi tanımamanın bir sonucuydu bu. Sonuçta bir köye gidiyorduk ve orada tanıdığımız
kimse yoktu. Köy şartlarında insan istediklerini aylarca bulamayabilirdi. Bunu
Cala’da daha ilk günde anlamaya başlamak bile bir kazanımdı. Lakin ne Meriç ne
de ben birbirimize bu konuda tek kelime etmedik. Çünkü her ikimizde hatalıydık
ve bunu “itiraf” etmekten korkar bir halimiz vardı. Bereket ki Cala insanı
sıcakkanlıydı. Misafirperverdi. İlk izlenimimiz Binali’nin kahvesinde bu yönde
olmuştu.
Risk
almak ve riske alışmak günlük yaşamımızda hepimizin yaptığı bir şey. Cala’ya
küçük birer valizle gelmek; kırsalda Akbaba Dağları’nın eteklerinde parkasız
olmak, kalacağımız belirli bir yerin olmaması bizim için bir riskti. İnsan
deneyim kazandıkça, yaşama direndikçe öğreniyor, olası ciddi tehlikelere karşı
önlem alabiliyor. Risk oranı yüksek durumlarda korkuyla ve zorluklarla başa
çıkmasını öğrenebiliyor.
“İnsanlar”
diyorum ayazda kulakları kızarmaya başlayan Meriç Uyanık’a “İnsanlar belli bir
eylemi tekrar tekrar yaparak riske alışabilirler.” Gülüyor Meriç ve ekliyor “Bu
durumlarda da ortaya çıkan korkuyla ve zorluklarla başa çıkabilir.” Gülerek
okulun yolunda ilerliyoruz. “Risk” aldığımızın bilinciyle ve benzer düşünceleri
söylemenin rahatlığıyla.
Risk
aldık evet. Hem de soğuk bir sonbahar gününde. Bakalım kimin kapısını çalacağız
gece soğuktan korunmak ve uyumak için. Çünkü uzun otobüs yolculuğunda yorulan
bedenlerimizi, istirahat etme fırsatı bulamadan Aliyar’ın minibüsüne atmıştık.
Kentteki
alışkanlıklarını, kolaylığı, kısacası o güne kadar süregelmiş düzenini terk
etmek ve yeni bir yaşama adım atmak. Cala’da ki ilk günümüzün düşündürdüğü işte
tam da böyle bir şeydi. Kent yaşamının getirdiği kolaylıklar sonucu kırsalın
sorunlarıyla ilgilenme, öğrenme gereğini duymamış olmanın sancılarıyla
tanışmaya hazırdık artık. Ücra köylerdeki zorlu yaşamın, kar tipi ve
olabildiğince soğuk ortamlarda yaşamanın ne denli zor olabileceğini hesaba
katmamıştık. Elektrik kesildiğinde hayatın durduğu, su kesildiğinde çaresiz
kalındığı kentlerin aksine Cala’da ne elektrik vardı ne de evlerde su. “Gaz
lambası” ya da “çıra” elektrik aydınlatmasının yerini almıştı. Köy halkının
yaptığı gibi suyu “bulak”larda “helke”lerle almak zorundaydık. İşte “şimdi”
hayatı anlamanın ve “kendi kendine yetmenin” ayırdında olmanın tam zamanıydı.
Bu “bizim” isteğimiz değil var olan “ortamın” gereğiydi.
Sorduğumuzda
“okul” binası “ olarak gösterilen; lakin bildiğimiz “okul” binalarına
benzemeyen “Köy Evi”ne yöneldik. Ayazla birlikte rüzgâr hızını alamayıp
suratımızda patlıyordu. Meriç gözlüklerinin derdindeydi. Belki de gözlükleri bu
kadar sert bir iklim direnciyle ilk defa karşılaşıyordu.
İhata
duvarında açılmış boşluktan okulun dar ve uzun bahçesine girdik. Binada iki ahşap kapı vardı. Ahşap kapıların
alt kısımları tamamen çürümüştü. Girişin tam karşısındakinden girip sol tarafa
düşen kapıyı yönelip açtık. Fazla geniş olmayan bir odaydı burası. Arka tarafta
bulunan daha küçük bir odaya açılan ayrı bir kapı daha vardı. Odaya oldukça
yıpranmış birkaç sandalye ve eski bir masa konmuştu. Masanın arkasındaki duvara
çerçeveleri yıpranmış Atatürk resmiyle Gençliğe Hitabe asılmıştı. Köşede ise
bir kömür sobası vardı. Selam verip usulca “soba”nın yanına gittik. Ellerimizi
ısıtmanın telaşındaydık. Masada oturan müdür, bir öğretmen ve memur oturmuş
sohbet ediyorlardı. Bizim girmemizle birlikte yerlerinden kalkıp “Hoş geldiniz”
dediler. Stajyer öğretmen olduğumuzu ve buraya atandığımızı söyledik.
Akşam
olmuş, öğrenciler dağılmıştı. Memur Şenlik Cengiz “Akşam bizde misafirsiniz.
Haydi gidelim. Hem yorgun görünüyorsunuz, hem de üşümüşsünüz. Dinlenirsiniz”
diyerek müdürden müsaade istedi. Ve o gece sıcak ev ortamında rahat bir uyku
çektik. Sabah uyandığımızda dünün yorgunluğunu çoktan unutmuştuk. Lakin yeni
kuşkuların saldırısı altındaydı zihinlerimiz.
“Şenlik
Bey” diye söze başladı Meriç hazırlanan kahvaltıyı erkenden yaparken. “Bize
kalacak bir ev lazım.” Başımla onayladım Meriç’i. Şenlik Cengiz “bildiğim boş
yer yok” dedi. “Bakarız, buluruz” diyerek içimizi ferahlattı.
Bir insanı yaşadığı rahat huzurlu ortamdan alarak zor ve çetin bir yaşama boyun eğdiren kabullendiren, insan yüreğinde ki aşırı sevgi ve ideali olan,kendine toplumuna karşı vefa duygusunun ağır basması ile ilgili olsa gerek. Çünkü tanıdığım bazı kimselerin istifa etmesi veya böyle bir girişimde bulunduğunu biliyorum. Teyzemin kızı ilkokul öğretmeni ilk görev yeri olarak Bayburt'un bir köyüne atanmıştı. Yıllar önce, şimdi emeklisi çoktaann geldi geçiyor bile. O anlatırdı sizin betimlemelerinize çok benzeyen yerde kaldığını, kışın kar pencereyi, kapatıyordu, ev mezara çok yakın, etkileniyor tabi. istifa etmeyi düşünmüştü. Gelip burada sekreterlik yapmaya razı olduğunu söylerdi hep. Biz de sabret biraz geçer diye ona telkinlerde bulunurduk. Geçti tabi ki o günler. dediğim gibi ideal ve sevgi çok önemli zorluklara göğüs germede...
YanıtlaSilHocam emeğinize yüreğinize sağlık... Bu aralar okuma özürlü hissediyorum kendimi :)) toplumsal olaylar daha ağır basıyor. O nedenle ilk fırsatta okuyamadığım diğer yazılarınızı da okuyacağım inşaallah..
Saygılar,
Yazdıklarınıza aynen katılıyorum. Teyzenizin kızı o yıllarda çektiği sıkıntılarda haklıdır bence. Lakin mücadele etmek de gerekiyordu. Pes etmek kolay, mücadele zordur. Bu ara ben de yazılara pek bakamadım aslında. Değindiğiniz gibi gelişen olayların üzücü olması insanın elini kolunu soğutuyor. Teşekkürler Hanife Hanım. Saygılar.
SilÖğretmenlik zor meslek, eskiden çok daha zormuş, hele köyler...kasabalar:(aklıma hep Feride gelir:)Zeyniler köyü gelir:)elinize sağlık...
YanıtlaSilÜlkemizin kırsal ve ücra yörelerinde hala bu zorluklarla karşılaşmak olasıdır. Van ilinin misal Bahçesaray ilçesinde ve köylerinde görev yapan öğretmenlerin çektiği sıkıntılar özellikle kış aylarında hala benzer özellikler taşır diye düşünüyorum. Bundan da yanıldığımı sanmıyorum. Saygılar Müjde kardeşim.
SilÇok haklısınız hüseyin bey hala benzer sorunları yaşayan zor şartlara atanmış memurlarımız, öğretmenlerimiz vs. var. Ve hala gelişmişlik görmeyen köylerimiz.. Dilerim en kısa zamanda şartları düzelir..Çok zor çok ..Hele modern hayattan çokıp o ortama gitmek her babayiğidin harcı değildir..güçleri, kuvvetleri, görev aşkları daim olsun inşallah..
YanıtlaSilDoğru dersin VuslaT Hanım. Zorluğa dayanmak lazım. memleketimizin refaha kavuşması buna bağlı.
Sil