Meraklı
bir yapımız var. Köylüsüyle kentlisiyle ateşle barut gibiyiz her nedense. Etrafımızda
yaşayanların işleriyle, yaptıklarıyla, davranışlarıyla yakından ilgileniriz. Kendi
davranışlarımızı mercek altına alıp irdelemek yerine başkalarınınkini irdelemeyi
severiz. Oysaki bunlar zaaftır, eksikliktir. Bu durumda en sevmediği diken
burnunun ucunda biter insanın. Hayallerini, geleceklerini, düşüncelerini
yıkmaya çalışırlar. Oysaki her fidan kendi toprağında nefeslenir. Farklı
topraklar ona göre olmayabilir.
Toplumda
yaşayan bireylere düşen önemli görev ve sorumluluklar vardır. Bu görev ve
sorumluluklar; hem kendileri, hem çevreleri, hem aileleri için çok önemlidir.
Uyulması gereken sorumluluklar ihmal edildiğinde toplumda bir takım sorunların
baş göstermesi kaçınılmazdır. Hata yapan illaki başkasının vereceği kararı
uygulamak ve yandaşlık yapmak durumunda kalır.
Sağır,
kör, acımasız olmamak, dümeni başkalarının eline vermemek lazım. Kendi yönümüzü
kendimiz bulmalı, yürüdüğümüz yolda kendi izimizi bırakmalıyız.
Daha
sabırlı, daha az kötümser olmak; işi şansa bırakmamak lazım. Yani yaptığımız
işler sabırla ve insani duygular gözetilerek yapılmalı.
Güneş
yakıcılığını hissettirmeye başlamıştı. Eşimin ve çocukların kalkma saatini
bekledikten sonra eve girdim. Küçük oğlum henüz uyanmıştı. Geldi dizlerimin
üzerine oturdu. Kızım okula gittiği için çantasını hazırlıyordu. Bir yandan da
kahvaltı hazırlıklarıyla uğraşan annelerinin sesi geliyordu:
-
Çocuklar elinizi yüzünüzü yıkayın, yıkamadan kahvaltı yapmak yok.
-
Musluğa yetişemiyorum anne.
-
Oğlum baban yardım etsin.
-
Kızım sende ellerini yıkamadan sofraya gelme.
-
Tamam yıkıyorum.
Kahvaltı
masası fazla büyük değildi. Dört kişilik bir aile için yetiyordu. Daha büyüğüne
de gerek yoktu zaten.
Sabah
kahvaltısı sonrasında okula gittim. Etrafı duvarla çevrili geniş bir alan
içerisinde yer alan okulun etrafı çam, akasya ve çınar ağaçlarıyla bezenmişti.
Ağaçların sulanması için açılan bir artezyen kuyusu vardı. Giriş kapısının ve
Atatürk büstünün etrafı çiçeklerle bezeliydi. Atatürk büstünün çevre
düzenlemesini okulumuz Fen Bilgisi öğretmeni Tahsin Bey yapmıştı. Eli bu tür
işlere yatkın bir arkadaştı.
Voleybol
sahasını düzenleyip beton dökende oydu. Yağmur sonrasında çocuklar voleybol
oynadığında saha çamur olmasın diye. Ne denir ki. Her öğretmenin elinde bir
ustalık becerisi vardır mutlaka. Olması da gerekir. Çünkü hayat şartları kendi
kendine yetmesini bilmeyi öğretir ona. O da yetiştirdiği çocuklara.
Okulun
tam karşısında belediye hizmet binası vardı. Küçük, iki katlı; alt katında
kahve ve dükkânlar yer alıyordu. Okul çıkışı soluklanmak için ilk uğradığımız
yerdi kahvehanenin önü. Dışarıya atılmış masalarda, ağaç dallarının
serinleticiliğinde kasabalıyla sohbet eder çay içilirdi o kısa molalarda.
Kasabanın
erkekleri sabahın erken saatlerinde belediyenin altındaki kahvehanede buluşurdu.
Kimi sırtını beton duvara verip yere çömelirdi. Kimi duvara dayanır, kimisi de
sandalyeye ilişirdi. İçenler birer sigara yakardı. Zararlarını bile bile sigara
dumanını ciğerlerine çeker, sonra da poff diye üfürürlerdi. Böyle zamanlarda
uzaklara bakarlardı. Ta ufka. Ufukta belli belirsiz bulutlara takılırdı
gözleri.
Baharı
düşünürlerdi. Sonrasında yaz aylarının koşuşturmacasını. Kimisi ırgatlığı,
kimisi mevsimlik işçiliğin zorluklarını. Sonrasında hazanı, ayaz, buz ve
soğuğu.
Evlenme
çağına gelmiş çocuklarını, dağlarda otlayan keçilerini, koyunlarını.
Çocuklarının okumasıydı en çok düşündükleri. Okuyup ırgatlıktan kurtulmalarını.
Kadınlarını düşünürlerdi sıklıkla. İlçenin pazarında ürünlerini satmaya çalışan
kadınlarını. Pazara yürüyerek gidip gelmelerini.
Sonra
gözlerini açarlardı sıkıntıdan kapanmakta olan gözlerini. Gökyüzüne bakarlardı
sigara dumanının yükseldiği gökyüzüne. Gözleriyle anlatmaya çalışırlardı
birbirlerine acılarını, düşlerini, sıkıntılarını, yoksunluklarını.
Böylesi
anlarda yüreğim sıkışırdı. Bir tuhaf olurdum onları öyle görünce okul yolunda. Bazan
sıkıntılar şiir olur dökülür ya yüreğinde insanın. İşte bu anlarda sıklıkla
duvar diplerindeki insanlara bakıp:
“Belki
bir gün bir tren gelir uzaktan kimse inmez
belki
hiç kimse yoktur beklediğimiz içinden
olsun
içi boş da olsa var oldukça trenler
umut
var demektir tükenmeyen” derdim.
Ve yine "çekip gideceğim" derdim;
“Ve
mavi suların kokusuyla arınmış
eyy
köpüklerin yüzdüğü deniz.
Zor
olanı mı beklersin yol vermek için
Bu
karanlık, bu soğuk, bu fırtına niye?”
“Belki bir gün bir tren gelir uzaktan kimse inmez
YanıtlaSilbelki hiç kimse yoktur beklediğimiz içinden
olsun içi boş da olsa var oldukça trenler
umut var demektir tükenmeyen” derdim.
Ve yine "çekip gideceğim" derdim;
“Ve mavi suların kokusuyla arınmış
eyy köpüklerin yüzdüğü deniz.
Zor olanı mı beklersin yol vermek için
Bu karanlık, bu soğuk, bu fırtına niye?”.... çok dogru bir yazı okudum çok teşekkürler yüregi güzel dili güzel saygı deger hocam..
Teşekkürler Kardelencicek.
SilUmutlarımız olmasa yaşamak çok zor olur, şiiriniz çok güzel hocam, tabii yazınız da ve katılıyorum kendi yönümüzü kendimiz bulmalıyız dümeni başkasına bırakmamalıyız...elinize sağlık...saygılarımla
YanıtlaSilHaklısın Müjde kardeşim. Her daim kendi yüreğimizin gösterdiği doğruları yaşamalıyız. Başkalarının dümenine girmeden. Saygılar.
SilKöyde yaşayanların ortak özlemi, çocuğum okusun, bizim gibi olmasın. Toprakla uğraşmak zordur çünki..
YanıtlaSilBelki bir tren gelir uzaktan. Ben hep trenden benim için inecek olanı bekledim. Yıllar yıllar sonra;
Geldi..
Aldı,
Umudum boşa çıkmadı..
Umudunuzun boşa çıkmaması ne güzel. İnsanların umutlarının boşa çıkmaması dileğiyle.saygılar.
SilYüreğinize, kaleminize sağlık. çok güzeldi..
YanıtlaSilOkuyan gözlerinize sağlık. Teşekkür ederim.
SilO güzel, o duygu yüklü hüznü anlatmasını, fark edilmeyen nice mutluluğu satırlarıyla okuyana yaşatmasını bilen kalem sahibi.. Benim geç bulup çabuk kaybetmek istemediğim hocam.. Yüreğin dert görmesin. İyi ki tanıdım seni.
YanıtlaSilBu güzel dileklerin için teşekkürler Gülsen Öğretmenim. Saygılar.
Sil