26 Ocak 2025 Pazar

YÜZYIL ÖNCESİ YAŞANAN BİR DURUM

İki yaşlı kadın

Cumhuriyetin ilk yılları

Biri savaşa sevdiklerini vermiş, Anadolu'nun bağrından İstanbul'a gelip geriye kalan torunları ile kiraladığı evde hayatta kalma mücadelesi vermekte.

Diğeri ömrü boyunca köşklerde saraylarda balodan baloya koşmuş, yokluk ve sıkıntı nedir bilmemiş, etrafındaki insanlara yukarıdan bakıp kendini bir şey sanan biri.

Aynı sokakta oturmaktalar.

Bir gün aynı toplantıya giderler.

Yaşlı kadın torunlarının giyecekleri yeni bir giysi alamadığı için evde bulunan eski perdelerin kumaşından elbise diktirir.

İyi niyetli bir Anadolu kadınıdır.

Toplantı salonuna gidince, salonda bulunan elit kesim (ki hemen hepsi cumhuriyet kurulmadan, düşman Anadolu'nun kadim topraklarından çıkarılmadan önce hanedanlık taraftarı olanlardır) kadını ve torunlarını adeta dışlarlar.

Diğernin etrafında adeta pervane olurlar.

Torunlar durumun farkındadır.

Lakin yaşlı kadın kendisine yönelen bakışları iyi niyetli sanıp gururlanır.

Torunları önce anneannelerinden utanırlar.

Sonra düşününce asıl utanılacak olanın anneanneleri değil, dalga geçmek için fırsat kollayan asalaklar olduğunu düşünürler.

Anneanneleri ise, insan kendisinde ne varsa, etrafında da o var sanmaktadır.

Bu olay bize, halka yukarıdan bakanların değil, halkı kucaklayan insanların önemini göstermektedir.


NOT; Ece Temelkuran'ın DEVİR adlı romanında anlatılan durum...

21 Ocak 2025 Salı

EY KURU ÇEŞMELERDE SU DİYE DURAN BACI


 

Bazen belgesellerde izleriz onu. Bazen doğada. Ama hep izleriz. Yolumuz daima onun yanına düşer. Çünkü o yaşamın ve yerkürenin alın çizgisidir.

O bazen bir ırmakta, gölde, bazen bulutta, bazen topraktadır. Ama o hep vardır.

Yaşamın kaynağı su dur o.

Uğruna kızgın çölde dörtnala koşan Arap atlarının, yüce dağ başlarında kartalların, bozkırda umuda koşarcasına suya koşan güvercinlerin kadersizliğidir.

Kışın karın örttüğü gri tarladır, rüzgârın tepesinde uğuldadığı.

Renksiz bir şafak vaktinde, dik bir vadinin kıyısında kurduğu çadırında ısınmak için buzla kaplı vadiyi seyrederek hayatta kalmaya çalışan bir dağcıdır o.

Biliyoruz ki kalkınmanın, refahın, eğitimin, kültürün, tarımın, sağlığın, sanayinin temel kaynağı su dur.

Su buluttur. Yağmurdur, mühendisliktir, barajdır, ulaştırmadır, haberleşmedir.

Bir damlası için, Ceylanın narin bacaklarını toprağın çatlaklarında kırmasıdır.

Su ağıttır, şairin dilinde yankılanan.

“Ey kuru çeşmelerde su diye duran bacı…

Bu yıl da gözyaşınla doldurup git bakracı…

Gene de avunmazsa içini yakan acı…

Az daha sık dişini ne var, erken ölecek…

Ferhat dağı delecek, Urfa’ya su gelecek…”

Urfalı şair Hulusi Kılıçaslan’ın dizelerinde bir tokat gibi patlayan ve yokluğunda yaşamın sona ermesidir su.

Yüzyıllardır kültürlerin oluşmasına rehberlik eden su ne eskiden olduğu gibi özgürce koşmaktadır gideceği yere, ne de kültürlere kaynaklık etmektedir artık.

Havayı, toprağı kirleten, kullanılmaz kılmak için çaba veren insanoğlunun hoyratlığından nasibini almıştır. Almaktadır.

Barajlara hapsedilmesi, kelepçe vurulması bir yana yaşama kaynaklık etmesine de engel olunmaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz.

Kaderi suya bağlı uçsuz bucaksız ovaları yaşanılabilir yer olmaktan –yaşama kaynaklık eden suyu yok ederek, hoyratça kullanarak ve kirleterek- hızla çıkarıyoruz.

Uğruna ağıtların, türkülerin, destanların yazıldığı, nice koç yiğitlerin Ferhat olup çağıldadığı, varlığı ile nice medeniyetlerin varlığını sürdürdüğü, yokluğu ile yok olup gittiği, kimi zaman kutsal bilinip sevgi ile kucaklandığı ve fakat yokluğu ile giderek vatan parçasına dönüşen bir alınyazısıdır o.

Devasa bir yeşilliğin içinde ışıl ışıl eden bir çam korusunun yamaç aşağı inmesini -güneşin bulutla oyununda- ufukta yanıp sönen kaya parçası üzerinde seyretmek ve o koruya hayat verenin su olduğunu bilmek kadar güzel ne vardır.

Tepe noktasında rüzgârın salladığı dallarının çıkardığı hışırtı dışında sessizliğin olduğu ağaç diplerinden akıp giden suyun kenarında; uzakta lavanta çiçekleri arasında ki çulluğun varlığını, keçiyolunda bir katırın tırnağının çıkardığı tiz sesleri, sürülerin susuzluğunu gidermek için koşuşunu izlemek kadar mutluluk verici ne vardır.

Askerin matarasında kurumuş dudakları ıslatan, Çanakkale de Seyit onbaşıya güç veren su, güneşin zalim ve kavurucu sıcaklarında sığınılacak bir yaşam kaynağı olmasının devam ettirilmesi kadar Anadolu toprağını sevindirecek ne vardır.

20 Ocak 2025 Pazartesi

UMUDA VE CESARETE İHTİYACIMIZ VAR


 

Eğer yaşam akan bir ırmak ise. O ırmağın bize öğrettikleri vardır. Şaşkınlıkla karşılanan öğrenilenlerin yanısıra benimsenenleri de bir kenara not etmek lazım.

Bu bağlamda, günlük yaşamda her karşılaşma, her öğrenilen; insan üzerinde bir etkileşimin, durulan yerin sembolüdür.

Lakin, her karşılaşma ve öğrenilen ile etkileşime girmek yorucu olabilir. Bu durumda belirgin, gerçekçi örneklere odaklanmak yaşamımızı kolaylaştıracaktır.

Varlığımızı sürdürmenin yolu, başkalarının bize önerecekleri yöntem ve verecekleri icazet ile olmamalı, kendi düşüncemiz geçerli olmalıdır.

Her insanın duyguları, yargıları vardır. Öyle anlar var ki, kimi zaman yardım etme amaçlı yaklaşımda, kimi zaman da zor durumda bırakma amaçlı yaklaşımda duygular ve yargılar harekete geçer.

Babam çiftçiydi.

Uzun yıllar çiftçilikle uğraştı.

Bizler henüz çocuktuk.

Rahmetli babam, Köydeki ilkokul da değil, ilkokul dahil ortaokul ve liseyi ilçe merkezinde okumamız için elinden geleni yaptı.

Çok iyi hatırlıyorum. Köylüler babama; "okuyup da ne olacaklar, köyde kalsınlar sana yardımları olur. Bak tek başına sıkıntılı anlar yaşıyorsun" derlerdi. Babam hiçbirini, çok ağır çalışma koşulları olmasına rağmen dikkate almadı. Kendi duyguları ve yargıları ile hareket etti. Belki çok fazla zorluk çekti ama bizlerin okuyup meslek sahibi olmamız için kararlı duruşundan vazgeçmedi.

Söylenenler karşısında her daim verdiği cevap; "umuda ve cesarete ihtiyacımız var. Umudu kimse bize vermez, kendimiz yaratacağız. Cesareti kendi benliğimizde bulacağız. Çocuklarımın okuması için var gücümle çalışacağım. Söylenenlerin, şunu yap bunu yap diye icazet verenlerin hiçbiri umurumda değil. Önemli olan çocuklarımın, benim gibi çok zor ve ağır koşullarda yaşamlarını devam ettirmemesidir" olmuştur.

Geleceği şekillendirecek olan da babamın bu düşüncesidir.

GEÇMİŞİ UNUTMAMALI İNSAN


 Geçmişi unutmamalı insan.

Yük teknelerini

Kağnı gıcırtılarını

İnce çarıklı

Çoğu zaman yalınayak kadınları, çocukları, yaşlıları

"İstikal Yolu"nda bebesini karakışa kurban veren  

Kastamonulu Şerife Bacıyı

Ege'de Çete Ayşe'yi

Gökçen Efe'yi

Şehit Cafer'i

Çakırcalıyı

Atçalı Kel Mehmet'i

Erzurum'da Nene Hatun'u

Kara Fatmaları ve daha nicelerini.

Yolu izi olmayan coğrafyaları.

Ağa baskısından yorulanları

Üç kuruş için canından olanları

Ve dahi rantçıyı

Üçkağıtçıyı

Yalancıyı

Ahlaksızı

Çıkarcıyı

Feodal kalıntıları.



16 Ocak 2025 Perşembe

BUZUN VE BALIĞIN YURDU


 

Akşamın alacakaranlığından gündüzün aydınlığına… İri ıslak kar taneleri. Yeni yakılmış soba bacasının etrafında tembelce dönüyor… Evlerin damlarında, insanların omuzlarında ve şapkalarında ince bir katman oluşturuyor…

Kadınlar, erkekler, çocuklar düşünceli…

Yıllar yılları, aylar ayları kovalasa da insan gördüklerini unutmuyor…

Yassı lepik taşları ve kalın bir toprak örtüsü ile oluşturulan düz damlı evler…

Bağlantı yerleri beyaz badana ile özenle belirlenmiş taş duvarlar…

Önlerinde kaz sürülerinin kaygısızca volta attığı evler…

Korkunç bir havada bulutlar kâbus gibi üstlerine çökerken, sıcaklık hızla düşer.

Rüzgâr anaforlar çizerek kayaların tepesinde uğuldar.

Sonrası biraz yağmur, belki biraz dolu…

Nisan ayı bile soğuktur oralarda… Kar diz boyu.

Soğuğun ürkütücü gücü ve aylar sürecek bir beyaz örtü…

Yollar kapanır…

Yollarda dozer uğultuları,

Ovayı seyreden aç kurt sürülerinin uğultusuna karışır,

Orası gölün yamacına sırtını dayamış Çıldır’dır.

Ardahan’dır,

Doğruyol’dur,

Yakınsu’dur,

Buzun ve balığın yurdu Çıldır Gölüdür,

Orası insandır, sevgidir, kültürdür

Şafağın erken söktüğü, güneşin erken battığı yerdir…

Konuşmazlar susarlar

Gözleri yollarda hasretle gurbete gideni arar

Derin uykularındadır çocuklar

Hastaları kızaklar taşır

Gözler bir açılır, bir kapanır

Orası Hanak’tır, Posof’tur.

Gün gelir göl buz tutar

Buzu delen kazma sesleri alın terine karışır.

Çocuklar kızaklarıyla kayar… Sert rüzgârlara inat.

Taş evler… Küçük pencereler… Etrafta tezek yığınları.

Kuş uçmaz, kervan geçmez oralarda.

Kuzey kışının acımasızlığında… Gün boyu Tezek dumanlarının eksilmediği ocak başlarındadır çocuklar, yaşlılar.

Geceleri Ay yüzünü gösterip parlasa da yıldızlar ulaşılmazdır oralarda.

Sadece yıldızlar mı?

Varın siz sorun onlara.

İnsanlar işsizdir çoğunlukla, türküler yanık.

Gecenin o beyazlığı içinde, yıldızların bile göremediği bir yerde işitilmez sesleri.

Tilkinin bakır döktüğü topraklarda kuşlarda, hayvanlarda açtır… Aynı kaderi paylaşırlar insanlarla.

Buz kesen havalarda insanlar ekmek peşindedir…  Sabahın alacakaranlığında… İşçi kahvehaneleri dolup dolup taşar.

Kimisi o gün günü kurtarmıştır, kimisi bir sonraki günde arar umutlarını,

Çamura, kara, poyraza, soğuğa aldırmadan.

Eli koynunda boynu büküktür oraların insanı…

 

15 Ocak 2025 Çarşamba

BİLDİĞİNDEN ŞAŞMAMAK


 

İnsan önce kendisini değerli hissedecek ki çevresindeki varlıklara değer versin.

Lakin, dünyada birçok insan kendi varlığının bile farkında olmadan yaşayıp ölüyor.

Amazon yerlilerinden genç avcı ilk çıktığı avın etini yemezmiş.

Kırılgan bir fauna yaratmamak için de o hayvan türü avcıdan hep kaçarmış.

Zaten bir hayvanı avcının karşısına çıkartmak için hangi hileler, ayartmalar kullanılırsa kullanılsın, doğa her daim kendi bildiğini okumuş, avcının karşısına çıkaracağı avı kendisi belirlemiştir.

İnsanoğlu bu süreçte kendisini doğanın dışına çekerek yaptığı birçok şeyi doğanın karşısına birer kavram olarak koymuştur.

Sadece avcılık yapmakla kalmamış, gün gelmiş "insan insanın kurdu olmuştur."

Yaşam alanlarını korumak, hakimiyet alanı oluşturmak, diğerini kendi çıkarları için kullanmak gibi çok değişik amaçlarla bir diğerinin yaşamına kast etmiştir.

İşine geldiğinde toplum demiş

Kültür demiş

Hak/hukuk demiş

Tarih/edebiyat demiş

Felsefe ve bilim demiş.

Lakin demokrasi

Evrensel kabul görmüş insan hakları

Yaşam hakkı denince

İşine geleni yapmıştır.

1 Ocak 2025 Çarşamba

PAHOM'UN ACI SONU !


 Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar"

adlı kitabında,
çiftçi Pahom’un hazin,
ve ibretlik öyküsü yer alır.
-Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.
Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca,
daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der.
“Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer.
Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış.
Koşar, koşar, ama yorulur halsizleşir..
Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar ve yığılır yere, ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur.
Adamlarına bir mezar kazdırır.
Pahom’u bu mezara gömerler.
Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter..!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz.
Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…
Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır.
Öyle bağlanır ki hayata,
bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Tüketmeye de çok meraklıdır insan.
Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir…Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…
Sofraya koyabildiğimiz,
bir bardak çayın,
zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.
Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da,
bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren,
eline sağlık diyen bir erkeğin,
zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız..
Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak,
ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar,
aslında fakiriz hepimiz...