"Roman
bebeği defin etmediler!" manşetini gazetede
görünce İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi aklıma geldi. 10 Aralık 1948
tarihinde kabul edilen, insan haklarının neler olduğunu düzenleyen bildirge.
Pek çok ülkenin onay verip kabul ettiği, ancak kimi yöneticilerin işine geldiği
gibi yorumlayıp uyguladığı bildirge.
Bildirgeden:
Madde
1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve
vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde
5- Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele
ya da ceza uygulanamaz.
Görüldüğü gibi kağıt üstünde insan hakları güvence
altına alınmış. Bildirgenin diğer maddeleri de benzer içerikte güvence vermiş.
Lakin demokrasi ve insan hakları dendiğinde mangalda
kül bırakmayan batılı ülkelerde göçmenlere, sığınmacılara, yer yer yabancı
işçilere karşı alınan tavır hiç de insan hakları kavramına uygun değil.
En doğudan en batıya yeryüzü coğrafyasında sınırları
çizilmiş devletlerin günümüzün zor yaşam koşullarında hayatta kalma mücadelesi
veren, karın tokluğuna çok az ücretle çalışmayı kabul eden, ülkesinde var olan
iç karışıklık ve/veya savaşlar, çatışmalar nedeni ile yerini yurdunu terk edip
daha güvenli; daha insan haklarına saygı duyulan ülkelere sığınanların içinde
bulundukları yaşam koşulları gittikleri yerde "biz buraya neden
geldik" sorusunu sorduracak boyutta.
"Roman
bebeği defin etmediler" üst manşeti ile
gazetede yer alan habere göre; "Fransa'nın başkenti Paris'in 23 km.
güneyindeki Champlan ilçesinde 3 aylık bebeğin belediye mezarlığına gömülmesine
belediye başkanı izin vermiyor...Aile işlerinden sorumlu bakan yardımcısı
Laurence Rossignol, Twitter hesabından definin reddinin 'zalim bir aşağılama'
olduğunu yazdı...."
Fransa kamuoyu konuyu tartışa dursun, demokrasi
kavramına uygun adil ve eşitlikçi uygulamaların uygulandığını düşündüğümüz
Fransa gibi batılı ülkelerin kimi yöneticilerinin, yerine göre insanları mensup
oldukları kategoriye göre değerlendirip aşağıladıkları anlaşılıyor.
Oysaki insanı insan olduğu için sevmeli. İnsanlar
mensup oldukları ırk, dil, din, milliyet, ulusal veya toplumsal kökenine göre
değerlendirmemeli.
İnsana verilen değerin ne olması gerektiği konusunda
Mevlana'nın, Yunus'un söylem ve şiirlerine bakmak yeterlidir aslında.
Fransızların yapacağı tek şey Mevlana'nın, Yunus'un söylem ve şiirlerini
Fransızcaya çevirttirip ilgili belediye başkanına okuyup değerlendirmesi ve
ders çıkarması için vermeleridir.
İnsanlığın dramı içler acısı... Maalesef Hocam dünya düzeni kişilere, devletlere, milliyetlere, ırklara göre farklılık gösteriyor. Güya insanca yaşamanın insan olmanın kuralları hakları olarak kağıt üzerinde alınan kararlar, icraata geçerken farklılık gösteriyor. Keşke kurallar kanunlar uygulanırken "İnsan" olarak değerlenebilse... Yazınız çok hüzünlendirdi beni. Zira her gün haberlerde izlediğim Suriye'den gelen çocukların durumlarını gördükçe içim sızlıyor... Emeğinize sağlık hocam.
YanıtlaSilAynen dediğiniz gibi Hanife Hanım. "İnsanlığın dramı içler acısı". Nerede? Her yerde.
SilKutuplardan ekvatora ekvatordan tekrar kutuplara yeryüzü coğrafyasının yaşamı kucaklayan her noktasında dram, yok oluş, zulüm...
Ve ne acıdır ki bunca zulmü, bunca zalimliği yapan yine insandır.
Nerede bir enerji kaynağı var orada zulum var
Nerede bir tarım alanı, orman alanı
Nerede bir maden yatağı
Nerede bir tatlı su kaynağı var orada zalimlik var.
Gücü gücü yetene
İnsan diğerine yaşam hakkı vermiyor.
Nerede olursa olsun
hangi ülkede olursa olsun
Zulme uğrayan, haksızlığa uğrayan kim var ise
Mensup olduğu dile, dine, inancına, milliyetine bakılmadan zulme uğrayana sahip çıkılmalıdır.
Yapılan zalimliklere karşı durmayanlar yarın sıranın kendilerine gelmesini engelleyemezler.
O nedenle, insanca yaşamanın kuralları kağıt üzerinde kalmamalıdır.
Başkalarının yaptığı hata ve yanlışları diğerleri yapmamalıdır.
Yorum için teşekkür ederim. Saygı ve selamlarımla.