Uzun yıllar önceydi. Durmak
bilmeyen rüzgar kış kokuyordu. Dışarıda yere göğe beyaz gelinliğini giydiren
kar yağıyordu. Aşağıdaki ağıllarda yalaklarda suların üzeri ince bir buz
tabakası ile örtülmüştü.
Karların örttüğü gri tarlalar
ürkütücü bir beyazlıkla kaplıydı. Gün batımının renklerini bürünmüş bulutlar ve
söğüt ağaçları kabus gibi çöken gecenin ayazına hazırlanıyordu.
Kozmik gökyüzü, soğuk bir kış
günü sırtımızı rüzgara verip ısınmak için atlar gibi ayaklarımızı yere vurup
soluk alış verişimizi izliyordu.
Tekmil canlı buz tutmuştu.
Sular buz tutmuştu.
Güneş buz tutmuştu.
Yaşam uçsuz bucaksız bir
beyazlığın içinde kaybolmuştu.
Arazi arazi olmaktan çıkmıştı.
Evler ev olmaktan, ağaçlar ağaç
olmaktan.
Baş döndürücü kayalık arazi ve
ova günlerce rüzgarın korkunç uğultusu ile mücadele etti. Tekmil canlı
ıssızlığın ortasında yaşam mücadelesi verdi. Gölün yüzeyi aylarca sürecek kalın
bir buz tabakası ile kaplandı. Günlerce rüzgarın uğultusundan, soğuğun ürkütücü
gücünden kimse dışarıya çıkamadı.
Aralıklarla rüzgar köyü terk
edip, güneş bulutlar arasında ışıklarını gönderdiğinde kahvehanelere
toplanıldı. Hayvanlar yalaklardan su içsin diye dışarıya salıverildi. Köpek
sesleri belli belirsiz duyuldu. Çocuklar kendilerini sokaklarda buldu. Kadınlar
çeşme başlarında çamaşırlarını yıkadı.
Gölün kıyısındaki toprak yolun
hemen yanında Tilki Selim’in düz damlı beyaz badanalı kahvehanesi tıka basa
doluydu. Renksiz bir havada ısınmak için gürül gürül yanan tezek dolu sac sobanın
etrafında kımıldayacak yer yoktu.
Recep de kahvehaneye gelmişti.
Gürültü ile yanan sobadan uzak, giriş kapısına yakın bir yerde tahta masaya
dirseklerini dayamış düşünüyordu. Karakış bastırmadan havanın buz kesmesi
diğerlerini olduğu gibi Recep’i de bunaltıyordu. Kış uzun sürerdi böyle
zamanlarda. Recep bunu deneyimlerinden biliyordu. Ancak yapacak bir şey yoktu… Gürültülü kalabalıkta konuşulanları anlamak için kulak
kabartmak gerekiyordu. Recepte öyle yaptı. Dikkat kesildi. Konuşmalar kış
üzerine idi. Kışın zorlu geçmesi, baharın geç gelmesi halinde mal davarın açlık
tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı üzerineydi… Arada bir yan masada okey
oynayanların gürültüsü sesleri bastırsa da sesin sahiplerini tanıyınca
sinirinden ayaklarını yere vurmaya başladı. Ceketinin yan cebinden tütün
tabakasını çıkardı. Tabaka kaçak tütünle doluydu. Recep kış bastırmadan kaçak
tütünden yeteri kadar alırdı. Kar bastırıp yollar aman vermediği zamanlarda
tütünsüz kalmak ölümden beterdi
…
Tilki Selim’in dar ve tahta
masaların sıkıştırıldığı, orta yerde tezek sobasının gürültü ile yandığı
kahvehanesi gölün kıyısında uzanan toprak yola sırtını dayamıştı. Kahvehane
aynı zamanda yolcuların minibüs beklediği bir durak vazifesi de görüyordu.
Göl ise yazın kahvehane
müdavimleri için doyumsuz bir manzara sunuyor idi. Çıkarılan Sazan balıklarının
ise lezzetine doyum olmazdı. Kışın ise yüzeyi yaklaşık iki metre kalınlığında
buz ile kaplanan göl üzerinde ilçe ve yakın köylere gidip gelinirdi. Kış
manzarası ise bir başka güzeldi.
Recep işlemeli tütün
tabakasından sardığı sigarayı köylü çakmağı ile yaktıktan sonra derin bir nefes
çekti. Hoş sigara içmese de zaten içerisi sigara dumanından yeterince nasibini
almıştı.
Dışarısı soğukla mücadele
ederken içeride gürültü ve sesler birbirine karışıyordu. Tilki Selim ise memnun
çay yetiştirmenin telaşında idi.
Budak Mehmet dudaklarını acı
acı buruşturarak:
- Bu sene kış uzun süreceğe
benzer, dedi.
Tilki Selim uzaktan:
- He valla doğru den, diyerek Budağı doğruladı.
Elindeki çayı yudumladıktan
sonra Hamza Dayı ağır ağır konuştu:
- Daha şimdiden yem sıkıntısı
var. Evlerde yakacak gaz, ısınacak tezek sıkıntısının baş göstermesi yakındır,
dedi.
Hamza Dayı konuşurken sesinde
öfke ve kızgınlıktan eser yoktu. Çünkü yetmiş senedir köyünü de, köyündeki yaşam
şartlarını da çok iyi biliyordu. O kışın uzun geçmesine hazırlıklı olmak
gerektiğini düşünüyordu.
Recep başını elleri arasına
almış düşünüyordu. Gürültü o kadar artmıştı ki konuşulanları yarım yamalak
işitiyordu. Hoş işitse ne değişecekti ki. Sakalı uzamış, saçları ise dağınıktı.
Küçük kurşuni gözlerini kapatmıştı. Geniş ve yayvan burnundan hızlı hızlı soluk
alıp veriyordu. Göğsü körük gibi bir inip bir çıkıyordu. Dudaklarına öfkeli bir
gülümseme hakimdi. Solgun yüzüne rağmen asil bir duruş sergiliyordu. Sigarasından
nefes üstüne nefes çekiyordu. Ya şu sigarada olmasa köylük yerde can
sıkıntısından insan kurtulamaz diye düşündü bir an.
O biliyordu ki bozkırın sıcağı
da soğuğu da yamandır. İnsanlar yazın sıcağa kışın ise kara kışa yenik düşer.
Hazırlıklı olmak gerekir. Yalnız insanlar mı? Elbette hayır. Diğer canlılarda
zor şartlarla yaz kış mücadele ederlerdi.
Havalar soğumaya başladığında
yer gök gelinliğini giymeye başlardı yavaş yavaş. Günlerce ve gecelerce ıslık
çalan kuzey rüzgarlarının çığlıkları yağan beyaz kabusa eşlik ederdi. Yağan kar
aralıklarla dinlenmeye çekilirken bu sefer yeryüzünü örten sis aman vermezdi.
Buz, kar ve tipinin ne denli acımasız olabileceğine şahit olurdu insanlar.
Hem de günlerce, aylarca.
Recep biliyordu ki bir tek
insan asla tek başına bir insan değildir buralarda.
Vahşi yaşam da asla tek başına
bir vahşi yaşam değildir. Bir dağ, bir göl, bir yayla ve bir ova da asla tek
başına bir dağ, bir göl, bir yayla ve bir ova değildir.
Yaşam o kadar zorlu idi ki kimi
zaman acı ve yoksulluğu ta iliklerine kadar hisseden insanlara şahit olunurdu,
kimi zaman yiğitliğin, mertliğin ve kalleşliğin varlığına şahit olunurdu. Kimi
zaman acımasızlık kol gezerdi uçsuz bucaksız bozkırın ortasında ya da dik bir vadinin
hemen kıyısında.
Çok güzel kaleme alınmış bir hikaye türü..Dikkatimi çekti..Sizin bir kitabınız var mıydı,Hüseyin hocam?Yoksa bu yazdıklarınızdan bir kitap çıkartmanız yerinde olur..Hiç değilse gelecek nesillere bir hatıra kalmış olur..saygılarımla..
YanıtlaSilYayınlanmış bir kitabım yok da. Son rötuşlarla yayına hazır hale gelecek bir çalışmam var...
SilÜlkemiz şartlarında kitap ve benzeri süreli yayınlara ve hatta süresiz yayınlara verilen önem ortada...
Bu bağlamda kitabı yayımlamak sorun.
Bakalım yayına hazır hale geldiğinde ne olacak.