Mehmet
amca, Altay, Recep, Kahveci Muzaffer, Esat abi, Çoban Mehmet ve daha
niceleriyle yaptığım sohbetlerde tanık olduklarım; o sert ve acılı coğrafyada
naif ve eğlenceli hikâyelerin belki de yüzyıllar boyunca hiç yaşanmayacak olması
duygusuna kapılmama neden oldu ne yazık ki.
Günler
boyu; Güneşe ve ayaza aldırmadan, ağır yüklerin altında nefes bile almadan,
ölmeden öldürülmüş, yoksulluğa kader demişken bile çatlamış ellerinin
sızısıyla, inatla yaşıyorlar. Yaşıyoruz bizler diyor bu insanlar. Bizler varız
diyorlar, kimselerin bilmediği, bilmek istemediği.
O
yıllarda, orada kaldığım süre içinde, çoğu insanın, çoğu kasabalının
yoksullukla mücadele içinde geçen hayatlarının dramlarına, gerçekliğine tanık
olmuştum. Yaşamın içinde tökezlemeden yürümek çok zor. Yürüsen dahi diğeri
tökezlemen için seni ezmeye, yok etmeye çalışır. Bir hiç uğruna, nedensiz
yaşamına son verilen Burhan’ın durumu, tökezletmek isteyen zihniyetin bir
yansıması, gerçeğe dönüşmesi değil midir? Yaşanan bu acıya rağmen, Burhan’ın
kardeşi Recep ve ailesinin tökezlemeye direnmeleri yaşam nehrinde insanın ne
denli direngen ve mücadeleci olduğunun göstergesidir. Bu bağlamda hakkı
yenenler, ezilenler, dram yaşayanlar acının sarmalında var olma savaşı
gayretindedirler. İnsanın yüreğine ağırlık hissi veren, iç burkan bir durum. O
hayatların hepsine, anlatımlar boyunca kısacık da olsa misafir oluyor insan.
Yoksul hayatların dramlarıyla dolduruyor yüreğini. Mehmet amcanın çalıştığı iş
yerinde yaşanan talihsiz gelişme sonucunda kızı Zeynep’in okulunu bırakıp
akrabasıyla evlendirilmesi ve sonrasında yaşadığı sefil hayat huzursuzluk
kaynağı olmaya devam ediyordu. Bozkıra ve insanına dair çok şey öğreniyor, bilgileniyor,
çok şeye tanık oluyor; lakin o insanların hayatlarında hiçbir şeyi
değiştiremiyordum. Dilimin döndüğünce yapılması gerekenleri, doğru bildiklerimi
anlatıyor; kader diye dayatılan kirli oyunları, ezberletilmişleri bozmaları
gerektiğini, sorunsuzca bir arada yaşamalarının birbirlerini daha iyi
anlamalarına bağlı olduğunu söylüyordum.
Burhan’ın,
o yiğit delikanlının beş para etmez bir cahilin, bir gözü dönmüş katilin beş
para etmez kurşunuyla ölmesi üzerinden günler geçmişti.
Kadın
sevgidir, umut ve yüz akıdır yaşamın. Adam ettiği çocuklara, avuttuğu erkeğe
öğretir yüreğe yürek olmayı. Lakin Budakların Hasan’a ya anası öğretememiştir
ya da kendisi öğrenememiştir yüreğe yürek olmayı, kırlangıcın yaralı kanadına
merhem olmayı. Oysa insanın yüreği güneşli olmalı, dalgasız bir deniz yüzü gibi
kırışıksız olmalı. Kamburlardan kendisini kurtarmış olmalı.
Ne
toplum ne de toplumda yaşam alanı bulmuş insanlar değer yargılarını
yitirmemeli, doğru bildiği yolda yürümeli, başkalarının ayağına çelme
takmamalı. Hayat anlayışı insan odaklı olmalı. Çünkü hayat kendi kafalarımızda
kurduğumuz tozpembe dünyadan çok daha farklı ve zordur. Gelecek kuşaklara yazık
etmemeli insan.
Günümüz insanının en sorunu değer yargılarının erozyona uğraması. Bozkırın insanı da tıpkı üzerinde yaşadığı topraklar gibi erozyondan payını alıyor maalesef. Bozulma her yerde.
YanıtlaSilGelecek kuşaklara yapabileceğimiz en önemli şey sizin de dediğiniz gibi hayatın toz pembe olmadığını öğretmek, yoksa çok hayal kırıklığına uğrarlar diye düşünüyorum bende. Saygılar...
Asya Hanım yorumunuzda dile getirdiğiniz görüşlerinize katılıyorum. Dün bu bozulma nispeten kırsal kesimde daha azdı. Şimdi kırsal kesimdeki bozulma ne yazık ki metropollere taş çıkartıyor. Kırsal kesimin en büyük haber kaynağı izledikleri TV kanalları. Tv kanallarına çıkan sözüm ona çok bilmişlerin durumu da ortada. Eğitimde ki bozulma sorunu daha da artırıyor. Gelecek kuşaklara hayal kırıklıklarına uğramamaları için hayatın toz pembe olmadığını öğretmek lazım. Haklısınız da bu gidişle biraz zor görünüyor. Duyarsız bir toplum yapısı ile bir yere varılacağını sanmıyorum. Bencil yönümüz giderek artıyor ne yazı ki. Saygılar.
Sil..." Oysa insanın yüreği güneşli olmalı, dalgasız bir deniz yüzü gibi kırışıksız olmalı. Kamburlardan kendisini kurtarmış olmalı."
YanıtlaSilİşte insan bu cümlede ifade ettiğiniz özelliğini çoktan kaybetti. Dolayısıyla zaman içinde bahsettiğiniz değerleri başka şeylere peşkeş çekti. İnsanın yaptığı şey, her ne pahasına olursa olsun güçlü ve hayatta kalma mücadelesi veriyor.
İnsanın en çok ihtiyaç duyduğu şey gerçek manada "insanlığın" tekrar kazanılması.
Emeğinize yüreğinize sağlık Hocam.
Saygılar,
İnsanlığın tekrar kazanılması sözünüze katılıyorum. Bu tüm zamanların isteğidir diye düşünüyorum. Lakin bu at gözlükleriyle neyi nasıl geri kazanacağız işte temel sorun burada Hanife Hanım. Eğitim le mi? Toplum desteğiyle mi? Ailede mi? Nasıl? Saygı desen o kalmamış. Günlük yaşamımızda bunu görüyor kahroluyoruz. Sokağa çıkmak insanın içinden gelmiyor. Komşuluk ilişkileri sıfır noktasında, apartman dairelerinin içine hapsolumuş unutulmaya yüz tutmuş. Eskiden insanlar komşusundan utanıp olumsuz davranmıyordu. Şimdi mazallah kimse kimseyi tanımıyor ki. Utanma ha keza. Hata yapana ikaz edecek olsan ya ikaz edenin boğazına yapışıyorlar, ya da gülüp geçiyorlar. Kırsal da bu durum şehirleri aratmıyor bir bakıma. Komşuluk hakkı yok edilmiş. Gücü gücü yetene durumu hakim çoğu yerlerde. İşte berdel, aile meclisi kararları, küçük yaşta evlendirilen kız çocukları, sevdiğiyle evlenenleri infaz etme. Daha neler neler. Kan davalarının sonunun gelmemesi. İnsanların birbirlerine kuşkuyla bakmaları. vs. Neresinden bakarsak bakalım, geçmişi aramamak elde değil. Saygılar.
Sil