Çaylar
geldi. Gerçekten kahveci Muzaffer’in çayına doyum olmuyordu. Sıklıkla
takılırdım:
-
“Muzaffer kardeş; senin çayının damak tadını, evlerde demlediklerimizde bulamıyoruz.
Nedeni ne ola ki?”
Muzaffer
bıyık altından kıs kıs gülerdi:
-
“Söyleyeyim de ekmeğimden mi olayım hocam! Daha da kahveye gelmezsiniz.
Alırsınız bir okey takımı, evlerde toplanıp başlarsınız okey oynamaya.”
Mehmet
amca suskunluğunu bozdu. Kasketini eliyle hafifçe düzeltti. Gözleri uzaklara
takılmışçasına dalgındı. Acı bir yaşamı sırtlamış olan omuzlarını dikleştirdi.
Yüzü gergindi. Yavaş yavaş konuşmaya başladı:
-
“Geçim derdi bir yana, kaçınılmaz gidişin tozu dumanı içerisinde, yüreğimizde
geçmişin anıları, ardı ardına gelen olaylar çöreklenir. Acı ve sevinçlerin bir
yerlerinde ya kaybettiklerimizi, ya da geçmişin sorunsuz yaşamını özleriz.
Fırtınaya, bulutlara, yüce dağlara bakıp iç çekeriz. Bir yandan yazgımızdı
yaşadıklarımız bir yandan da baş belasıydı diye düşünürüz. Sabırsızlıkların,
küçük hesapların, zorlanmamışlıkların, sınırlanmamışlıkların peşine düşeriz.
Sesimize ses verecek, gücümüze güç katacak olanı bekleriz. Ne insanlıktır
aradığımız ne de hoşgörü, yardımlaşma. Aradığımız bencilliktir artık,
kendimizden sakladığımız, söylemek istemediğimiz.”
Recep
Mehmet amcanın sözünü kesti:
-
“Akılcı olmak, doğanın da insanlığında değerini bilmek lazım. Ağaçların,
çiçeklerin, ırmakların, kuşların, toprağın öğreticiliğini rehber edinmemiz
lazım.
Dostluğun
başlangıcı bilmekle başlar. Bilmek görmek; görmek ise benimsemek olmalıdır. Kötülüklerin
anası kıskançlıktır. Çocukluktan başlayan kıskançlık sinsice büyür. Toplum
bazen bunu tetikler. Kardeşler arasında bile kıskançlık vardır. Zararsız ama
düşmanca duyguların beslenmesi söz konusudur. Toplumun benimsediğini,
önemsediğini diğeri kıskanır. Bu diğerinin sahip olduğu hasletlere sahip
olamamanın acizliğidir ve tehlikeli olabilir zamanla. Kardeşimin hayata
gözlerini yummasının altında bu gerçek yatmaktadır. Yani kıskançlık.
Düşünceler
yetersizse, cehalet duyguları köreltmişse, acımasızlık yürekleri ve vicdanları
karartmışsa yapacak şey yoktur. Kararsız olmayalım, kıskanç olmayalım, doğruyu
söylemekten kaçınmayalım, mert olalım, insan olalım; bu ve benzeri hasletlerin
sonunda kaybeden biz olmayız; toplum kaybetmez bu durumda. Cehalet sendromunu
yanımıza yaklaştırmamakla, kendimizi cehalete esir etmekten kurtarmış oluruz.”
Recep’in
duyguları karmakarışıktı. Masanın başında kederi tutuşturan düşüncelerle
boğuşarak oturmaya çalıştı. Son zamanlarda ailece yaşadıklarını hatırladıkça
kalbi duracak gibi atışlarını sürdürüyordu. Öfkesini yenebilmek için kendisini
işine veriyor, bir şeylerle meşgul olmaya çalışıyordu. Eşi Fadime en büyük
yardımcısı, teselli edicisi olmuştu. Kardeşinin ölümü hem aileyi hem de
kendisini çok sarsmış, deyim yerindeyse dizlerinde derman kalmamıştı. Anasının
günler, aylar süren feryatlarına artık dayanacak gücü yoktu. Babası tevekkülle
günlük işlerin peşindeydi. Burhan’ın yaptığı işler de babasına kalmıştı.
-
“Geç oldu Mehmet amca. Her daim bilge kişiliğinden, konuşmalarından, yol yordam
göstermenden faydalanılması gerektiğine inanıyorum. Umarım kasabanın güngörmüş yaşlıları
topluma örnek olacak düşüncelerle var olurlar. Şahsi çıkarlarının derdine
düşmezler. Şu unutulmamalıdır ki; bu dünyanın kederlerine isyan kolay, dayanmak
zordur.”
-
“Haklısın Recep oğlum. Söylediklerine katılıyorum. Umarım doğrunun yanı sıra
insanlık galip gelir. Toplum kardeşçe bir arada yaşamaya devam eder. Saat epey
geç olmuş. Yarına iş güç var bizleri bekleyen. Hocamı da okul bekliyor. Çok sağ
olun arkadaşlar herkese iyi akşamlar” deyip oturduğu sandalyeden yavaşça
kalktı. Etraftakilerde birer ikişer evlerine dağılmaya başladılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder