Gecenin
karanlığında hızlı ama sessiz adımlarla eve doğru yürürken bir yandan da
düşünüyordum. Her daim peşinden koştuğum şeyler bildiklerimizden daha değişik,
daha iyi olanlardı. Bu modernlikti, uygarlıktı, insanlıktı, insan haklarıydı,
aydınlanmaydı. Uygarlığı, uygarlığın nimetlerini, insan hak ve hukukunu topluma
öğretmek de sorunsuz yaşamanın ön koşuluydu.
Eğitim
çağdaşlaşmanın vazgeçilmeziydi. Eğitim sayesinde toplum aydınlanabilirdi.
Çocuklarımıza ve gençlerimize doğruyu, güzeli, iyiyi, insan haklarını eğitimle
öğretebilirdik. Bu sayede tüm acıları bir nebze de olsa dindirebilir, dertlere derman
olabilir, en büyük ışığımız ve en güçlü desteğimiz olan insan ve doğa sevgisini
öğretebilirdik.
Günümüz
gerçeği ise kırsaldaki nüfusun, iş olanaklarının yoğun olduğu kentlere göç
ettiğidir. Bozkırın bir tek ağaç gölgesine hasret topraklarında da, uçurumun
kenarındaki taş binaların yer aldığı, çam ormanlarıyla çevrili derin vadilerde
de, balıkçılıkla yaşam nehrine kulaç atanlarda da, dağ yamaçlarında özgürlüğü
yüreğinde duyumsayanlarda da pek çok insan artık köylerden, kasabalardan gitmek
istiyor. Köye sığmıyor. Daha fazlasını istediği için, artan nüfusla birlikte
topraklar bölündüğü için kentlere taşınıyor, yıllarca yaşadığı topraklardan ve
doğasından kopuyor. Kalanlarsa sorunsuz bir yaşamı tercih etmekte
zorlanıyorlar.
Doğanın,
işlenebilecek toprağın yok edilmesi sonrasında çaresiz kalan insanların göç
olgusuna sarılmasının yanı sıra meraların da tahrip edilmesi insanın geleceğini
kendi eliyle yok etmesi anlamına geliyor. Bu durum anlaşmazlıkları da beraberinde
getiriyor. Doğayı koruma çalışmaları yapanların sayısı ne yazık ki doğaya zarar
verenlerden çok daha az.
Anadolu
insanı yok olanın sadece doğa değil, aynı zamanda kökleri olduğunun da ayırdın da
olmalı. Aksi halde bu yıkıcılık, yok edicilik, iki ucu keskin bıçak gibi
kendisine de zarar vermeye başlar.
Eve
geldiğimde eşim ve çocuklarım çoktan uyumuşlardı. Salonun lambasını yaktım
usulca. Derin bir uykunun huzuru vardı yüzlerinde. Ses etmeden parmak uçlarıma
basarak hareket ettim. Onlara baktıkça düşündüm; kaç bin parçaya bölünmüşüm,
kaç bin kez gerilmiş, ayrıştırılmış hücrelerim, bilmiyorum. Çektiğim
sıkıntıları, yaşadığım acıları onlarda duyumsuyordu ister istemez. İnsan olmak;
çevresine duyarlı olmayı gerektirir. Çevrenin coşkusuna da kaygısına da ortak
olur insan.
O
akşam kahvede konuşulanları bir kez daha düşündüm. Uyku tutmadı bir türlü.
Oysaki yarın dinç olmam, dinlenmiş olarak okula gitmem gerekiyordu. Ama nerede.
Yüreğimde atamadığım bir sıkıntı, beynimde uzaklaştıramadığım düşünceler beni
rahat bırakmadı saatlerce. Ne gece dinlendi, ne de beni dinlendirdi. Uykusuz ve
yorgun, fitili tükenen lamba gibi sabahı ettim.
Bir önceki yazınızla beraber bir bütün olarak yeniden okudum. Haklısınız cehalet var ve cehaleti yenmenin, aydınlanmanın tek yolu eğitim. Ama hangi eğitimcilerle? Kutlu doğum haftası kutlanıyormuş okullarda artık,hem de İzmirde. Birileri nihayet diyecektir bunu okuyunca ama:) Saygılar.
YanıtlaSilHaklısın hangi eğitimcilerle? Lakin şu unutulmamalıdır. Uygulayıcı ve yazılı emir verici olanın emrini yerine getirmemek şu durumda nasıl bir sonla sonlanır? Bakınız ben 1980 12 eylül darbesinde henüz yeni öğretmendim. Darbe akabinde okullarda bir günlük boykot çağrısı yapıldı. Çağrıya uyup o gün derslere girmedik. Akşam üzeri okul müdürümüz "arkadaşlar, derslere girmedik lakin gelin ders defterlerini imzalayalım "dedi. "Bunların ne yapacağı belli olmaz" diye de ekledi. Dün gibi aklımda halen. Defterleri derslere girmiş gibi imzaladık. Aradan bir hafta geçti geçmedi. İki müfettiş geldi. "Boykota katıldınız mı?" diye sordu. Biz durumu anlamıştık. Katıldık desek zokayı yutacaktık anlaşılan. "hayır" demek durumunda kaldık. Ders defterlerini istediler. Getirdik. Boykot gününü incelediler. Defterler derslere girilmiş gibi imzalıydı. Biz böylece öğretmenlikten atılmaktan kurtulduk. Lakin çok sevdiğimiz arkadaşların binlercesi o gün derslere girmedikleri için mesleklerinden oldular. Bu bağlamda düşünmek lazım bir de olayı. Teşekkürler. Saygılar.
SilHocam keyifle okudum yazınızı.
YanıtlaSilAnlatılanların keyifli olduğundan değil, anlatım biçiminizden.
Eğitim tek şartıdır çağdaşlaşmanın, insan gibi yaşamanın.
Sizin gibi sorumlu ve idealist bir öğretmenin her daim sızlar yüreği bu ülkede. Evet "hep bildiğimiz gibi" malesef.
Uzun süredir yazamıyorum, iş güç ve hastalığımın dışında bir isteksizlik, küskünlük var malesef. Çok yanlış küsmek biliyorum, ne olursa olsun yaşam sevincimizi ve ümidimizi yitirmeden devam etmeli, ortalığı gerici, yobaz takımına bırakmamalıyız.
Özlemişim sizi okumayı. Çünkü yazamadığım gibi okuyamadım da. Kusuruma bakmayın hocam.
Selam ve sevgilerimle.
Yorumunuza sevindiğimi belirtmek isterim. hem de çok. Saygılar. Geçmiş olsun diyorum. acil şifalar diliyorum. Yazmanızı ertelemeyin.
SilTeknolojik gelişmeler, rahat ve kolay yaşama isteği arzusu köylerimizden kentlere doğru göçü arttırmıştır. Bu konuda ki sizin düşüncenize katılmamak mümkün değil..."Doğanın, işlenebilecek toprağın yok edilmesi sonrasında çaresiz kalan insanların göç olgusuna sarılmasının yanı sıra meraların da tahrip edilmesi insanın geleceğini kendi eliyle yok etmesi anlamına geliyor. Bu durum anlaşmazlıkları da beraberinde getiriyor. Doğayı koruma çalışmaları yapanların sayısı ne yazık ki doğaya zarar verenlerden çok daha az.
YanıtlaSilAnadolu insanı yok olanın sadece doğa değil, aynı zamanda kökleri olduğunun da ayırdın da olmalı. Aksi halde bu yıkıcılık, yok edicilik, iki ucu keskin bıçak gibi kendisine de zarar vermeye başlar." Emeğinize sağlık Hüseyin Hocam, saygılarımla...
Haklısın Hanife Hanım. Yorum için teşekkürler. İyi hafta sonları diliyorum. Saygılar.
SilZaman zaman okuduğum bazı yazıları, ben yazmışım gibi okurum.. bazılarını da, niye ben yazmadım diye!! Senin sayfalarını okurken her iki düşünce de yarış halinde sevgili Hüseyin hocam.. İnsanın anlatmak istediklerini, yazarak anlatabilmesi büyük bir meziyet..
YanıtlaSilÖvgünüze teşekkür ederim Gülsen Hocam. Sizin yazılarınızı severek okuduğumu bilmenizi isterim. Selam ve saygılar.
Sil