29 Nisan 2025 Salı

DUR DEMENİN ZAMANIDIR ARTIK


 

Kıyılarda dolaştım, ormanlarda

Özgürce yaşadım mor, eflatun, alakızıl gökyüzünü.

Gözlerime vurdu ırmağın parlayan ışığı,

Dağlarında yılkı atları, kartal sesleri…

 

Uzanmıştı sahile zakkumlar, nar ağaçları

Rengârenk kelebekler, kızböcekleri

Zümrüt tepelerde seyretmekte hatıraları…

 

Bir rakı bardağında, eski tahta masada

Biraz çerez, sigaranın sert tütününde

Aldırmazdık hayatın renklerine

Kırılgan yapraklarda, o ağacın altında…

 

Kâh yağmurun altında

Kâh ıssız yerlerde,

Morumsu kül rengi bozkırlarda, bağlarda

Kavurucu sıcaklarda, ıslak dağlarda

Zümrüt gözlü o Türkmen güzeli…

 

 

Yağmurlu ve soğuk bir günün ortasında

Kaldırımlar boyunca uzanan vitrinlerde,

Parfüm kokusu, müzik sesi yayılmakta…

 

Ne bir çiçek ne bir su damlası bahçelerde

Ne bir kardelen ne bir sardunya

Kolay mı bulmak varoşlarda, evlerde

Ürkek bir gölgenin peşinde, mavi şafaklarda…

 

Alacakaranlıkta bir şafak vakti,

Fena yakalandım yüreğimin sesine…

Dur demenin zamanıdır artık,

Uzun zamandır kuşandığım yalnızlık duygusuna da…

 

28 Nisan 2025 Pazartesi

GÜNLERİN GETİRDİĞİ


 

Her daim derim. Dönemler ve koşullar kendi insanını yaratır diye.

Şu son günlerde, aylarda, yıllarda da bu böyle olmuştur.

Yaşananlardan ben şunu anladım artık.

Bugüne kadar acıyıp üzülerek baktığım insanlara karşı duygusuz olmayı.

Yufka yürekli olmamayı.

Kimse ile ilgilenip kendimi üzmemeyi.

Bu devirde çıkarcı insanlar türedi. Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz olmuş. Diğerinden ekonomik anlamda daha fazla nasıl faydalanırım düşüncesi hâkim.

Yıllarca fakir fukaranın hakkını savundum. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce yazdım çizdim.

Siyasete bakıyorum misal.

Her gün bir başka açıklama, uygulama.

Dedim ya, dönemler ve koşullar kendi insanını yaratır diye.

GEREKSİZ DÜŞÜNCE

 

İnsanlığı meşgul eden gereksiz düşünce, bir bilgi kanseridir.

Bu bir kabuklaşmayı da beraberinde getirir.

Varsın olsun denir

Aldırış edilmez.

Ak koyun içinde kara koyun misali hoş da görünebilir.

Derken, başlar koca gövdeyi sarıp sarmalamaya, ağlarını örmeye.

Doğruyu durdurup, duranı işletmeye.

Doğruyu durdurup dondurduğunda, kendini gün gelir beğendirir.

Bildiği bildik dediği dediktir artık.


22 Nisan 2025 Salı

AFRODİT VE GOLYAT


 

Öyle narin öyle kırılgan

Kâinatın dağları.

Ne yaşam ne ölüm

Ağlıyor sessiz sessiz

Rüzgâr kanatlı at.

Tahtın üzerinde, Afrodit.

 

Dudakları kızılcıklar kadar kırmızı,

Bedenleri cılız

Gözleri kan çanağı

Dehşet içinde

Kürek mahkûmları.

 

Dalgaların hırçınlığında,

Yol almada “golyat”.

 

Sert esmekte rüzgâr,

Mermer yüzlü savaşçının

Saçları dağılırken heyhat.

 

Çelik kanatlı birer kartaldı,

Düşmanına saplarken mızrağını

Savaşçılar.

 

Efsaneydi dalgalar çoktan.

 

Granittiler denizde

Bakır yüzleri sert,

Ve yakılmış gemilere inat

Karanlıkta mahkûmlar.

 

Hem ırmak hem deniz

Kızıl renkte idi ağlayan.

Tahtında oturmakta

Afrodit.

21.04.2011 tarihinde yazdığım bir şiir

19 Nisan 2025 Cumartesi

İNSAN OLMAK


 

Kaç gündür üzerimde bir kırgınlık var. Soğuk algınlığıdır herhalde. Geçer nasılsa. Her gün birkaç internet sitesinde haberlere bakarım. Bakalım bugün neler olmuş diye.  Haberlerin çoğu can sıkıcıdır. İnsanların birbirlerine karşı yaptıklarını haberlerde, TV programlarında gördükçe insan insanlığından utanıyor.

Önceki gün bir haber dikkatimi çekti. Bir an duraksadım. Okuduklarım doğru mu yanlış mı diye gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Acaba kırgınlığım mıydı beni yanıltan. Hayır maalesef okuduklarım gerçekti. Habere konu bir öğretmendi. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir öğretmen.

Konya'nın Selçuklu ilçesindeki bir Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde görev yapan Felsefe öğretmeni "ya benim çok sapık duygularım var ya da şeytan onlara uğramıyor... Bir genç kızın vücut hatlarını gördükten sonra şeytan size üflemiyorsa ya erkekliğiniz ya da imanınızı kaybetmişsiniz demektir..." mesajını Twitter hesabından paylaşmıştı.

Okuyunca insanın nutku tutuluyor adeta, toplumun ve insanlığın kabul etmeyeceği bu sözler karşısında.

Bir öğretmen bunları söyleyen. Gençleri yetiştirmek için eğitilmiş biri. Bir felsefeci. Nasıl bir felsefe öğretmeniyse artık, felsefeden çok öğrencilerin vücut hatları ile ilgileniyor. Demek ki bunu söyleyenin felsefe anlayışı alan değiştirmiş!

.....

Yakup üniversitede okumaktadır. O yıllarda tanıştığı ve sevdiği bir de kız arkadaşı vardır. Ve kız arkadaşının kardeşi ile de aynı okulda öğrencidir ve Yakup'un can dostudur.

Bir gün öğrenci olayları sırasında yanında bulunan kız arkadaşı vurulup hayatını kaybeder. Yakup yıkılmıştır. Can dostunun yüzüne nasıl bakacaktır.

Kız kardeşinin hayatını kaybetmesine Yakup'un sebep olduğunu düşünen Emre, Yakup'un pişmanlığına aldırmadan o acı içinde silahını çekip Yakup'a doğrultur.

Yakup sevdiğini kaybetmenin acısı ile zaten kendinde değildir. Yaşamına bu şekilde son verilmesini o da ister. Lakin Emre silahı Yakup'un sağ bacağına doğrultup iki el ateş eder. Ve çekip gider. Can dostunu öldürmeye kıyamamıştır.

Yakup uzun süren tedavi sonrasında sakat kalır. Ayağını sürümektedir artık. Yürümek ve merdiven çıkmak onun için çok zordur. Okulu da bırakır Yakup.

Aradan yıllar geçer. Yakup babadan kalma üç beş kuruşla bir lokanta açar. Dürüstlüğü, yoksula yardımı, insanlığı ile çevreden saygı duyulan, güvenilen birdir artık o.

Yıllar, aylar, günler birbirini kovalar.

Yakup evlenmemiştir. Kız arkadaşından sonra bir başkası ile evlenmeyi düşünmemiş, tek başına aldığı evde yaşamakta, lokantasında ki işleri iyi kötü takip etmektedir.

....

Evinin yanında uzun yıllar boş kalmış, bakımsız, yıkık dökük metruk bir ev vardır.

Bir gün akşam üzeri lokantadan eve dönerken metruk evde bir ışığın yandığını görür. Merak eder. Yanılıyor olmalıyım diye düşünür.

Ertesi gün işe erken gitmez. Öyle ya uzun yıllardır metruk olan eve birileri taşınmış, komşu olmuşlardır. Kimdir, kimlerdir diye merak edip öğrenmek ister.

Eve gidip kapıyı çalar. Kapıyı açan kadını görünce adeta şok yaşar.

Çünkü kadın, yıllar önce kaybettiği Meryem'ine benzemektedir. Kaşları, gözleri ile adeta o dur. Yakup sararıp, sarsılır, vücudu -70 derece soğukta kalmış gibi zangırdar.

...

Kadın eve yeni taşındığını, yalnız yaşadığını, işe ihtiyacı olduğunu, evde yiyecek bir lokma ekmeğinin olmadığını söyler konuşma sırasında.

Yakup bir lokantası olduğunu söylemez. Çekinir. Sessizce uzaklaşır oradan. Uzaklaşırken "ihtiyacın olduğu zaman kapımı çekinmeden çal" der.

Aradan birkaç gün geçmiştir. Yakup yaşadığı benzerlik karşısında hala şaşkındır.

Kadın aramasına rağmen bir türlü iş bulamaz. Çaresizdir artık. Evde de yiyecek bir tek lokma bir şey yoktur. Elindeki üç beş kuruşta bitmiştir.

Ne yapacağını ne edeceğini düşünürken Yakup'un "ihtiyacın olduğunda kapımı çekinmeden çal" sözleri gelir.


Yakup o günlerde soğuk algınlığı ile mücadele etmekte, evinden lokantaya gidememektedir. Hastadır.

Kadın sabahın erken saatinden akşam saatlerine kadar Yakup'un evden çıkmasını bekler.

Lakin Yakup çıkmaz.

Kadın iyice meraklanır. "acaba bir şey mi oldu adama" diye düşünüp Yakup'un kapısını çalar. İçeriden ses soluk gelmez. Tam ayrılmaya karar vermişken kapıyı son bir defa çalar.

Kapı yavaşça açılır. Yakup sararmış yüzü ile kadını buyur eder.

Kadın "siz hastasınız" der.

Yakup "soğuk algınlığı geçer" der.

...

Kadın durumunu anlatır. "Evde bir tek lokma yiyecek bir şey yok. İşte bulamadım der." Lokantanda benim yapacağım bir iş var mıdır demeye de çekinir.

Yakup kadının durumunun farkındadır. "Evde bir tek lokma yiyecek bir şey yok.." dediğine göre açtır da.

Kadın ayrılacakken "gitme bana sıcak bir hasta çorbası yap. Mutfakta her şey var. Hem çay da demledim beraber içeriz " der.

Maksadı aç olan kadının karnını doyurmasıdır.

Kadın büyük bir mutlulukla içeri girer. Mutfakta sıcak bir çorba yapar. Hem kendisi de kaç gündür sudan başka bir şey içmemiş, yememiştir.

Karşılıklı çorbalarını içerler.

...

Yakup kadının iş istemek için geldiğini, ama söyleyemediğini anlar.

O söyleyemiyorsa ben lokantada çalışır mısın diye sorayım der.

"Lokantada yeni bir elemana ihtiyaç var. Temizlik yapabilecek, bulaşıkları yıkayacak birine. Sen iş bulamadıysan gel çalış istersen" der.

Kadın "bilmem ki yapabilir miyim" diye cevap verir.

Yakup "yaparsın. Yarın hemen gel işe başla"

Ve kadın ertesi gün lokantada işe başlar...

...

İki olay.

Birincisinin kadına bakışı ile ikincisinin bakışı ortadadır.

 NOT: 27 Aralık 2017 de yazdığım bir yazıyı arşivden tekrar yayınlıyorum

 

15 Nisan 2025 Salı

İŞTE BİZİM İNSANIMIZ


 Hastane tıklım tıklımdır.

Yaşlı kadın içeri girer,
doktor hanım teyzeyi muayene eder.
Fakat
hastalığından emin olamaz.
Kadına dönüp:
-Teyze şu şu tahlilleri yaptır gel, der.
Yaşlı kadın başını öne eğer.
Doktor, yaşlı kadının duymadığını düşünerek tekrar söyler.
Yaşlı kadın başını yerden kaldırarak,
ağlamaya hazır gözlerle:
-Kızım, benim köye dönecek param yok, tahlilleri nasıl yaptırayım? der.
Doktorun yapacak bir sürü işi olmasına rağmen, bırakır işini, tutar teyzenin elinden koridor koridor dolaştırıp, tahlilleri yaptırır.
Tahlillerin sonucunda doktor hastalığı belirler, gerekli ilaçları da alıp, teyzeye verir.
Yaşlı kadın tam odadan çıkacakken, doktor hanımın aklına "YOL PARASI" gelir ve teyzeye köye gitmesine hayli hayli yetecek para uzatır. Yaşlı kadın önce almak istemese de daha sonra mecburiyetten parayı alır.
Sonra:
-Allah senden razı olsun kızım.
Köye nasıl döneceğim diye kara kara düşünüyordum, çok
sağol diyerek odadan çıkar.
Aradan bir saat kadar bir süre geçer.
Doktor bakar ki, yaşlı teyze kan ter içinde, kalabalığı yarmış, oflaya puflaya geliyor.
Doktor şaşırmış bir halde, herhalde giderken bir şey unuttu diye düşünür ve...
-Ne oldu teyze diye sorar.
Teyzenin yüzünde kocaman bir gülümseme vardır.
Bu sefer:
-Kızım ben anayola çıkınca bir köylüme rastladım.
Meğer o, minibüsle zaten köye dönüyormuş.
Beni köye o götürecek; sen al paranı!..
İşte bizim insanımız..
İşte gerçek insanlık...

ÖĞRETMEN


 Adam, ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp "hocam beni tanıdınız mı?" dedi.

Öğretmen:
- Hayır tanımadım.
Adam:
- Hocam nasıl tanımazsınız!.. Ben ilkokul öğrenciniz M..... Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu. Ben almıştım. Siz de "herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım" demiştiniz. Ben utanmış ve çok korkmuştum. Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum...
Sizden bir komut daha geldi.
"Şimdi herkes gözlerini kapatsın."
Ortalarda bir yerdeydim.
Aranma sırası bana gelmişti.
Saati cebimden sessizce almış, devamla, aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz.
Sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiç bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.
Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı... Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım.
Her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
“Utancı bilerek yaşamak korkunç...
Daha da korkuncu, bilerek yaşatmak.”
der Edip Cansever.
Hocam siz bana o utancı yaşatmadınız. Yaşasaydım unutur muydum, doğrusu bilmiyorum.
Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım Hocam.
Şimdi hatırladınız mı beni?
Öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine yaslanarak:
- O olayı ertesi gün unutmuştum ben.
Şimdi sen anlatınca hatırladım
Sizlere "gözlerinizi kapatın" dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım.
O yaştaki her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir yargı oluşsun istememiştim.
O sen miydin?

7 Nisan 2025 Pazartesi

SÖYLENECEK ÇOK ŞEY VAR


 Eskiden yoksula yardım edilir, halı hatırı sorulurdu.

21.yüzyılın ilk çeyreğinde, paranın hükmü geçiyor.
Paran varsa adamsın, yoksa Nasrettin Hoca'nın kürksüz halisin. (Hoca bir gün kaftanını giymeden bir davete gider. Kimse ilgilenmez. Hoca dönüp kaftanını giyip gider. Bu sefer herkes hocayı buyur eder.)
Durum bu.
Geçelim,
İnsanlığın geleceği parada değil oysa ki.
İnsanlığın geleceği, huzurda, eşit paylaşımda, aç açıkta kimsenin kalmamasında, doğaya sahip çıkılmasında.
Geçmiş neden aranıyor.
Çünkü,
Doğa bu kadar tahrip edilmemişti.
Her şey çoğunlukla doğal hali ile vardı.
Bizler bozduk o düzeni.
Beton yığınları arasında nefes almaya çalışıyoruz.
Her gün hastaneler dolup taşıyor.
Söylenecek çok şey var,
Lakin,
"Söylesem kar etmiyor, söylemesem gönül razı değil " diyen erenler de yok artık...

UMUTLARI UÇURSA YARINA DOĞRU


Kadınlara yapılan şiddet hız kesmeden devam ediyor
Kaburgası kırılan,
Kurşunla vurulan,
Yüzü moraran kadınlar
Kerpiç evlerde,
Gecekondularda,
Apartmanlarda
Dört duvar arasında tutsak kadınlar.
Sabahın alacakaranlığında,
Hep soğuk sokaklar, soğuk binalar,
İlk kez bu denli üşüyorum ben.
Ve uykusuz gözleri, ağarırken tan
Kurtuluyor Ayşe en sinsi tuzaktan.
Bir adam nefret içinde, yüreği buz
Bir kış rüzgârı gibi acımasız.
Yorgun bir fırtına
Umutları uçursa yarına doğru
Bin yıllık korkuları yok etse yeniden.