Eğer yaşam akan bir ırmak ise. O ırmağın bize öğrettikleri vardır. Şaşkınlıkla karşılanan öğrenilenlerin yanısıra benimsenenleri de bir kenara not etmek lazım.
30 Eylül 2024 Pazartesi
UMUDA VE CESARETE İHTİYACIMIZ VAR
Eğer yaşam akan bir ırmak ise. O ırmağın bize öğrettikleri vardır. Şaşkınlıkla karşılanan öğrenilenlerin yanısıra benimsenenleri de bir kenara not etmek lazım.
26 Eylül 2024 Perşembe
SÖNEN BİR YILDIZA DOĞRU
Zamanın kopyası yoktur, tekrarı da.
Yaşanıp hayatınıza izdüşüren herşey, size zaman ayarlarını anlatsa da duyguda,
düşüncede berrak saf olanları size hatırlatan suretleri düşünmeniz kaçınılmazdır.
21 Eylül 2024 Cumartesi
BABAM (O ÇOK SEVDİĞİN OĞLUNLA YAN YANASIN ARTIK)
Bir
yandan özlemlerin, isteklerin, alışkanlıkların. Diğer yandan vazgeçemediklerin,
gözün gibi korudukların, gözlerinin içi gülerek sana bakan baban, sevdiklerin.
Küçük
bir çocuktum henüz onu algılamaya başladığımda. Kibrit çöpü gibi ince
parmaklarımı tuttuğunda. Sevgiyle kucağına alıp sıkıca sarıldığında. Sonrasında
geçen yıllar. Büyüdükçe, algıladıkça etrafı, öğrendikçe olan biteni anladım ki
o benim babamdı. Sıkıca sarılacağım insandı sonrasında. Sıkıntıma ortak olacak,
gülümseyişimle mutlu olacaktı. O bir baba idi. Evlat onun için kutsaldı. Yeri
doldurulamazdı.
Sadece
beni değil diğer çocuklarının da üstüne titrerdi belli etmeden. Bunu şimdi daha
iyi anlıyorum. Kardeşim vurulduğunda mezarına her yıl o giderdi. Gözleri şişmiş
olarak gelirdi çoğu kez. Susardık. Konuşmaya insanın dili varır mıydı ki zaten.
Acı üstüne acı yaşanmıştı o yıllarda. Boylu, boslu, durmasını, konuşmasını
bilen bir delikanlıydı kardeşim. Bir rahatlama hissi veriyordu insana. Somut
bir güvence idi. Babamın tek dayanağı idi. Diğer çocukları çoktan
uzaklaşmışlardı ondan. Baba ocağından uzaklarda olanlar gurbet acısını
damarlarında yaşıyorlardı ne yazık ki. Bir tek o kalmıştı yanında. En küçük oğlu,
en son umudu. Ama işte kader. Daha fazlasına müsaade etmedi. Kör bir kurşun
kalleş bir tetikçinin elinde çıkmıştı bir akşam üstü. Şah damarını parçalamıştı
oğlunun. Ağıtlar, feryatlar fayda etmedi o an. Yıllarca da etmeyecekti.
Oğlu
şimdi ücra bir köy mezarlığında yatıyor. Sıklıkla giderdi mezarına. Üzerindeki
sararmış otları elleri ile ayıklardı. Etrafını temizler, düzeltirdi. Gözyaşları
ile sulardı eminim. Şimdilerde o da gelmesini bekliyordur babamın kim bilir.
Yan yana diz dize oturup sohbet etmeyi özlüyordur her ikisi de. Çünkü konuşmak,
dua etmek, birbirlerini görmek arzuları hiç değişmedi yıllarca olasılıkla.
Babanın evlada hasreti, evladın babaya. Bilmek olanaklı değil ki.
Zaman
akıp gidiyordu. Bunalıyordu artık. Görünmez bir el sıkıyordu yüreğini. Oğlunu
vuranları gördükçe. Niçini nedeni yoktu onun için çoğu kez. Belki de düşünmek
bilmek istemiyordu artık yorgunlukları, kırgınlıkları, üzüntüleri. Bulutlara
hasretti artık o. Belki de rengârenk çiçeklerle bezeli çocuk bahçelerine.
Gün
geldi dayanamadı oğlunun acısına. Gitmeliydi bu topraklardan. Uzaklaşmalıydı.
Zor geliyordu onsuz bir yaşam. Dediğini de yaptı. Yıllar boyu evi ile parklar
arasında mekik dokudu Ankara’da. Şu an hastalığın pençesinde o. Gel de yüreğin
yanmasın. Gel de ağlama, üzülme. Gözlerin ona baktıkça dolu dolu olmasın.
Elleri ile sıkıca elini tuttuğunda nasıl bırakacaksın, ayrılacaksın ki zaten.
Televizyonda ki eğlence programlarını izlediğine hiç şahit olmadım yıllarca. Evinin
duvarında tek bir resim vardı artık. Ölen oğlunun resmi. Elleri ile
çerçeveletmişti. Her gün silerdi çerçevesini camını annem. Tozunu alırdı
tozlanmışsa.
Yıllarla
birlikte çok şey değişti onlar için belki de. Ama tek değişmeyen yüreklerinin
sesiydi belli ki. Özlemler, beklentiler, anılar, acılar onlar için sıradandı
artık.
Yaşamın,
var olmanın, geçmişin ve geleceğin anlamı o resimdi onlar için. Ve öyle de oldu
yıllarca. Gerisi sıradan, günlük uğraşlardı. Durağan, hüzünlü. Zaman zaman da
üzüntülü. Paylaşamamak acıyı, şöyle gönlünce kopup ağlayamamak. Asıl zor olan
buydu işte.
Ve
hastalandı aylar önce babam. Uzunca bir süre kimseye bir şey demedi.
Hastalandığını anlayana kadar da kimseye tek kelime etmedi. Ama yüzüne baktıkça
sıkıntısı belli oluyordu aslında. Bir anlam veremiyorduk. Sorsak da iyiyim
diyordu. Gerçeği doktor söyleyinceye kadar da hastalığını belli etmemeye
çalıştı. Daima sessiz ve dingindi. Hala da sessizliğini korumakta. Dilinden rahatsızlığına
dair tekbir sözcük çıkmadı bugüne kadar.
Her
yeni gün bir başka artık. Her yeni gün aynı uğraş, aynı hastane, aynı bakış,
sıcak ve gülen gözler, uzanan eller hep aynı. Parkları özlediği belli.
Parklarda bitip tükenmeyen çocuk sesleri. Haykırışlar, kuş cıvıltıları, korna
sesleri. Oturduğu bankları, konuştuğu arkadaşlarını arıyor belli etmese de.
Aylar ne çabuk geçiyor birbiri peşi sıra. Ellerini tutmak, göz göze gelmek acı
veriyor insana. Gün gün eriyip gitmesi insanın içini acıtıyor açıkçası.
Sonsuz
bir dünyada, sınırlı bir yaşam insanoğlunun ki. Ama kabullenmek çok zor, yaşlı
çınarların bir bir göç etmesini dünyadan. Umarım uzun yıllar daha aramızda
olursun sevgili babacığım. Daha uzun yıllar aramızda olman bizlere sonsuz güç
verecektir. Bundan eminim. Sen aramızda oldukça geceler hep aydınlık olacak
inan. Gözlerimiz hep gülecek. Sarılıp seni kucaklayacağız hep birden. Bence
daha erken. Gitmen bizim için çok zor olacak emin ol. O daima gülen gözlerine,
o kocaman yüreğine ihtiyacımız var. Hem de her zamankinden daha çok.
Böyle
yazmışım 17 Kasım 2011 tarihinde. O yakalandığı amansız hastalığın pençesinde
gün gün eriyip gitmekte iken. Bir çocuk gibiydi artık. Fazla sürmedi aramızdan
ayrılması. Ocak ayının karlı bir kış gününde göçüp gitti bu dünyadan.
Yaşadığımız
acının tarifi yoktu artık. Yakalandığı Alzheimer hastalığı aramızdan almıştı.
Babamın ölümü ile çektiğim acı ve stresin sonucu mide şikayetlerimi iyice
artırmıştı o günlerde.
Hastayla
birlikte hasta yakınları da acı ve engellerle dolu bir yaşam sürüyor. Düşünün,
o her zaman her şeyin üstesinden gelen, bir el dokunuşu ile size güven veren
babanız artık sizi tanımıyor. Alzheimer hastalığı nedeni ile beyin giderek
küçülüyor, diğer bir deyişle çocukluğa dönüş gerçekleşiyor.
Hastalığın
ileri safhalarında hastalığa yakalanan anneniz ya da babanız sağlıklı iken yapabildiklerini
yapamaz oluyor. En güzel yemekleri yapan anneniz o yemekleri artık
yapamıyor. Giyinmeyi, yürümeyi, yemek
yemeyi, tuvalete gitmeyi unutmuş bir insanla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Sonuçta
neresinden bakarsanız bakın yaşam bazen acılarla dolu olabiliyor. İçiniz
parçalansa da çok sevdiğiniz bir yakınınızı kaybedebiliyorsunuz. Bu gibi
durumlarda metanetli olmaktan başka yapacak şey yok maalesef. Acının tarifi
olmaz. Unutulması çok zor biliyorum. Ailenin bu durumda el ele vermesi
kenetlenmesi çok önemli.
O
çok sevdiğin oğlunla yan yanasın artık. Mekanın cennet olsun. Nur içinde yat.
20 Eylül 2024 Cuma
ESKİDEN YETERDİM KENDİME
"Eskiden yeterdim kendime
AĞITLAR ,BOZLAKLAR, UZUN HAVALAR
Anadolu
toprakları kültür açısından her zaman büyük önem taşıdı. Uzak coğrafyalardan
birçok topluluk bu topraklara yerleşti. Günümüze ulaşan izler bıraktı. Dönemsel
kalıntılar, anıtlar; ülkemizin ve dünyanın ortak kültürel zenginliği olarak
günümüzde de ilgi odağı olmaya devam ediyor.
Bozkırın ortasında kimi zaman kurgunun gerçek, gerçeğin kurgu olarak sunulduğuna şahit olundu.
Anadolu
bozkırlarında kavruk yüzlü, nasırlı elleri ile geleceğe can vermeye çalışan
insanların; acılarını, özlemlerini, hasretlerini, sevdalarını buldukları
türküler vardır.
Hepimizin
bir şekilde sessizce dinleyip kendinden bir şeyler bulduğu, bulmaya çalıştığı
türküler.
Ağıtlar,
bozlaklar, uzun havalar.
İşte
bunlardan en çok sevdiğim bağlama eşliğinde türkücünün dudaklarında yavaş lakin
etkili bir şekilde etrafa yayılan uzun havalardır.
Onlardan
her daim kendimden bir şeyler bulmuşumdur.
Bağlamanın
sesini büyük bir dikkatle, tam bir sessizlik içinde dinlemek gerekir.
Müziğin
sesi uzaklardan gelen bir sel gibi akar, duvarların aralıklarından sızar,
kalplerimizi coşturur.
Yüreğimizde
iç sızlatıcı garip bir etki bırakır, hüzünlenmemizi sağlar.
Müziğin
çarpıcı etkisi hem kendinize hem de başkalarına karşı bir acıma duygusu
uyandırır.
Dinleyenler
içlerine kapanır, sessizce dinler, oturdukları yerde kıpırdamadan durur;
büyükler de yüzleri ellerinde saklamaya çalıştıkları acılarıyla hüzünlenirler.
Müzik
evrenseldir.
Gitarın
sesi, neyin sesine; kemanın sesi bağlamaya karışır.
Bunları
niye yazdım?
Her
insanın mutlaka kendinden bir şeyler bulduğu, bulmaya çalıştığı şeyler vardır.
Bu
bazen bir kitaptır okunur; bazen bir müziktir dinlenir, bazen bir sanat
eseridir imrenerek bakılır; bazen bir sinema filmidir, dizidir ilgiyle izlenir;
bazen bir tarihi eserdir gezilip görülür.
Herkes
kendinden bir şeyler bulmaya çalışır, hoş bir vakit geçirmenin telaşındadır.
Demokrasilerde
belli kesimlerin isteği ile müdahalesi ile gazete, tarihçi geyikleriyle bu
durum değiştirilemez.
19 Eylül 2024 Perşembe
ATAKÖY İSTASYONU
Geride kalan bir anıdır Ataköy İstasyonu
Şirinevler meydanı
Ataköy İstasyonunda bir akşam üstü
İncecikten bir yağmur yağıyordu yolllara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Soğuk bir karamsarlık
Yüreğimizin başına bağdaş kurup oturmuştu
Acımsı, buruk
Mühürlenmişti dudaklarımız bir sessizlik içinde
Sessizliği atamıyorduk üzerimizden
Bir saçak altında kararsız
Yorgun
Saatlerdir duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi
Atatköy İstasyonunda bir akşam üstü
Bir başka türlüydü insanlar...
Yüksek binalar
Bulutları şal yapmış
Boynuna dolamıştı sanırsın.
18 Eylül 2024 Çarşamba
YAŞADIĞIMIZ ÇAĞ
Yaşadığımız çağ,
teknolojinin galebe çaldığı lakin cehaletin, bilgisizliğin,
15 Eylül 2024 Pazar
HAYAT ACIMASIZDIR
Bir beyaz saçın içinde, karşılaştığımız çok insan vardır.
11 Eylül 2024 Çarşamba
ÇOCUKLARIMIZ
10 Eylül 2024 Salı
YAŞANANLAR YENİ BİR ŞEY DEĞİL
Yaşananları akıl süzgeciyle tartan Recep zayıf
karakterli insanların yönetilebilir olduğunu düşünüyordu. Kısık bir sesle:
“Vicdanların
sustuğu yerde, adaleti sağlamak kolay değildir. İyilik iyiliği getirir. Kötülük
kötülüğü. Doğru doğruyu getirir, yanlışta yanlışı. Lakin kötülükten ve
yanlıştan uzak durmak için iyilerle ve doğrularla birlikte olmak gerekir!”
“Bunca
yaşanmışlıkları gözlemliyoruz, okuyoruz, duyuyoruz. İyi ve doğruyu ayıklayıp
benimsemek kolay değildir. İnsanın erdemli ve onurlu olması gerekir.” diye söylendi Altay.
Gözlerini sıra sıra duran çınar ve
meşe ağaçlarına; dalları akşamın alaca karanlığına bürünmeye başlayan, etrafına
güzel kokular saçan akasya ağaçlarının uzayan gölgesine bakarak ağır aksak
konuştu Mehmet amca:
“On
binlerce yıl önce Afrika kırsalında ayağa kalkıp yürümeye başlayan insan aynı
zamanda var olma mücadelesine de başlamıştır. Lakin insanın ‘saf çağı’
dediğimiz o çağda paylaşım esastı. Derleyici ve toplayıcı olan insanlar
bulduklarını paylaşıyorlardı. Bu bağlamda aralarında rekabet yoktu. Şimdi bile
Afrika’nın kimi ormanlarında yaşayan yerli halk ve Amazon ormanlarında yaşayan
toplumlar, Hint Okyanusunun kimi adalarında modern toplumlardan uzak yaşayan
kabilelerde hala bu paylaşım söz konusudur. Adalet onlarda kendiliğinden
oluşmakta, sorunlar görülmemektedir. Modern toplumlarda ‘ben’ merkezli
anlayışın yanı sıra kapitalist düzenin insanın insanı yok saymaya başladığı
anlayışı ne zamanki palazlandı işte var olan sorunlar o zaman başladı. İlkel
toplumlarda ne zamanki paylaşım azalmaya, toplumlar kutuplaşmaya başladı işte
tam da o andan itibaren sorunlar giderek artmaya başladı. Yaşananlar yeni bir
şey değil. Geçmişin külleri üzerinde yoğunlaşmakta ve zihinleri meşgul
etmektedir.”
Doğru söylüyordu Mehmet amca. Doğrusu insan farklı anlayışları düşünmekten kendini alamıyor.
NOT: Yazmakta olduğum "Bozkırda Akan Irmak " çalışmamdan bir bölüm //Sayfa/:188
4 Eylül 2024 Çarşamba
O İNCE ÇİZGİDE
Penceremden o vakitsiz karanlığı
seyrediyorum,
Göğsümün sol yanında ağır bir
sızı.
Öfkeyle karışık bir hüzün
Kahrolası bir acı.
Dağlarla çevrili dört duvar
arasında
Güneşe doğru
Serçelerin havalanışı
Sanki bir öfke yangını.
Solgun, çaresiz ve hüzünlü
Yüreğimdeki aşk
Sanki dumanlı bir hatıra.
Doğmadan titrek sahillere henüz,
İnerken uzaklardan uçurumdan aşağı
Kaybetme gözlerindeki ışık
dalgasını
Bir gün yıldızlara ulaşacak,
Zalim yüreklere inat.